CHP ve MHP’nin karşı çıktığı Büyükşehir Belediyeler Yasası TBMM Genel Kurulu’nda geceli gündüzlü 7 gün süren kavgalı mesainin ardından kabul edildi ve Cumhurbaşkanının onayına sunuldu.
Sn. Cumhurbaşkanı onaylarsa, bu yasayla, Büyükşehir statüsünde bulunan mevcut 16 ile ilaveten 13 ile daha Büyükşehir statüsü verilecektir.
Bu statüdeki illere bağlı ilçelerin sınırları içinde bulunan köy ve belde belediyelerinin tüzel kişilikleri sona erecektir.
Köyler mahalleye dönüşüyor, belediyeler ise mahalleleriyle birlikte bağlı bulundukları ilçenin belediyesine bağlanacaktır.
Bu illerin, bucak teşkilatları da kaldırılacaktır.
Bu illerdeki il özel idarelerinin tüzel kişilikleriyle, İstanbul ve Kocaeli'ndeki orman köyleri dahil tüm köylerin tüzel kişilikleri sona erecektir.
5779 sayılı yasa gereğince toplanan vergilerden daha önce nüfusa göre 16 Büyükşehir belediyesine dağıtılan % 5 oranındaki tutar, bir miktar artırılarak 31 il Büyükşehir belediyelerine dağıtılacaktır.
Yine aynı yasa gereğince, toplanan vergilerden daha evvel Büyükşehir ilçe belediyelerine dağıtılan % 2,5 oranındaki tutar, bir miktar artırılarak 31 il Büyükşehir İlçe belediyelerine dağıtılıyor ve bu bedelin % 30 u İlçe belediyelerince tekrar Büyükşehir belediyelerine verilecektir.
Ancak, bütün bunlar yasa Cumhurbaşkanınca onaylanırsa gerçekleşecektir.
Peki, onaylanmama olasılığı var mıdır?
Zayıf da olsa vardır; çünkü yasa meclisten AKP’ nin sayısal çoğunluğuyla geçse de, ana muhalefet partisi CHP ile diğer muhalefet partisi MHP tarafından ciddi şekilde eleştirilmektedir.
Bu iki parti, heyetler marifetiyle Cumhurbaşkanı ile görüşerek yasayı onaylamamasını istemekte, hatta BDP de yasaya bir çok yönden karşı çıkmaktadır.
Ancak sonunda ne olacağı, Cumhurbaşkanı’nın inceleme süresi sonunda görülecektir.
Hoş, yasa veto edilse de aynen gönderilmesi halinde Cumhurbaşkanı yayınlamak zorundadır ki, bundan sonra top, dava açılması durumunda Anayasa Mahkemesinde olacaktır.
MHP yasayı, ünlü Oslo görüşmelerinde hükümetin PKK’ya verdiği sözler çerçevesinde,"Özerk Bölgeler" yaratmak amacını taşıdığı iddiasıyla eleştirmekte, CHP’de genelde, iktidarın, yerel yönetimleri kanun yoluyla tasfiye ederek, Büyükşehir belediyelerini kendi yandaşı haline getirdiğini öne sürerek karşı çıkmaktadır.
Bu eleştirilerde haklılık payı oldukça fazladır; şöyle ki:
Yasa, belediyecilik hizmetlerinin kırsal alanlara hizmet vermeye uygun olmadığı neredeyse tüm dünyada kanıtlanmış olmasına rağmen, belediyeciliği kentsel alanların dışına çıkartıp, kırsal alana taşımaktadır.
Oysa ki, tecrübeler bunun başarısız bir uygulama olduğunu ortaya koymaktadır.
Büyükşehir Belediyesi sınırlarını İl sınırları olarak belirlemekte ve bu suretle, Doğu ve Güneydoğu’da PKK’nın kontrolünde ve onun parlamentodaki uzantısı konumunda bulunan BDP’nin elinde bulunan Diyarbakır’la, yeni Büyükşehir olacak olan, Mardin, ve Van belediyelerinin sınırlarını da bütün il ve ilçe sınırlarını kapsayacak biçimde genişletmekte, yetki ve etki alanını çoğaltmaktadır.
Büyükşehir olan 29 ildeki İl Özel İdarelerini ve İl Genel Meclislerini ortadan kaldırmakta, halk tarafından seçilen İl Genel Meclislerini, görev ve yetkilerini doğrudan merkezi hükümete tarafından atama yoluyla göreve getirilen Valiliklere devrederek tasfiye etmektedir.
Yeni yasayla getirilen ve özünde demokratik olmayan bu sistem, ülkeyi atanmışlarla değil, seçilmişlerle yönetme iddiasında bulunanların aslında demokratlıktan ne anladıklarını ortaya koymaktadır.
Yasayla, Valilikler ve Büyükşehir Belediyelerinin görev ve yetki alanları genişletilerek, il yönetimlerinin güçlendirilmesi, uygulamanın giderek bölgesel yönetimlere ve nihayet “özerk bölgelere” dönüşebileceği endişesine haklılık kazandırmaktadır.
Her ne kadar Türkiye, Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartını imzalayan 45 üye ülkeden 31’inin yaptığı gibi, “kendi ülke koşullarına göre” “çekinceler” koyarak kabul etmişse de, bölgede yaşanan hızlı ve karmaşık gelişmeler çerçevesinde, bu çekincelerine sahip, çıkıp çıkmayacağı konusunda duyulan “endişelere” hak vermemek elde değildir.
Nihayet yasa, Büyükşehir Belediyelerince alınan vergileri de yüzde yüz artırılmakta ve bu belediyelere, kendi kendilerine yeterli olabilecek finans kaynağı sağlanmaktadır.
Yasada yer alan, Büyükşehir Belediyelerinin, ilçe belediyelerinin otopark gelirlerine de el koyabileceğine ve isterlerse su, yol, elektrik ve kanalizasyon hizmetleri için de ayrıca ek vergi alabileceğine ilişkin hükmün de ek finans kaynakları yaratmaya yönelik olduğu açıktır.
Bu durum karşısında, MHP’nin Büyükşehir Belediyeleri Yasasıyla ilgili "Özerk Bölge yaratılacağı" ve giderek “bölgesel özerkliğe” imkan sağlanacağı yönündeki endişesinin ve eleştirisinin, abartılı bir değerlendirme olduğunu söylemek pek mümkün görünmemektedir.
Toparlamak gerekirse bu yasayla, binlerce belde belediyesi ve köy muhtarlıkları kaldırılarak, “yerinden yönetimlerin” tasfiye edildiğini, büyük kent belediyesi yapılanmasıyla, çoğunluğu merkezi hükümetin güdümü ve kontrolünde olan, güçlü bölgesel iktidar odakları oluşturulduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu yapılanmanın, halkın, yönetim kadrolarının belirlenmesine ve icraatına yön vermesine katılımını engellediği, dolayısıyla katılımcı demokrasiye aykırı olduğu ortadadır.
Bu noktada, il genel meclisleri ve özel idarelerinin de tasfiye edilerek yetkilerinin, merkezi otoritenin memurları olan atanmış Valilere devredilmesi de göz önünde bulundurulduğunda yasanın, birilerinin rüyası olduğu bilinen ve yasanın çıkarılmasıyla eş zamanlı olarak yeniden gündeme getirilen “Başkanlık Sistemi” uygulamasına geçiş sürecinin ürünü olduğu izlenimini verdiğinin de kabul edilmesi gerekir.
Çünkü “Başkanlık Sistemi” uygulamasının bir ayağı, “yürütme erkinin tek kişinin inisiyatifinde” bulunmasıysa, diğer ayağı da “güçlü bölgesel yönetimlerde yetkilerin büyük bölümünün Vali ve Belediye Başkanlarında toplanmasıdır.”
Böyle bir yerel yönetim anlayışının, ne kadar demokratik olduğu ve kimilerinin artık açıkça yerel yönetimlere özerklik talep ettiği ve hatta federatif bir yapılanmadan söz ettiği bir dönemde ulusun birliğine, vatanın bölünmezliğine, devletin tekliğine, kısacası, “üniter devlet” yapısına ne kadar uygun olduğuysa, tartışmaya gerek olmayacak kadar açıktır.
***
Yasayla getirilen bir diğer değişiklik de, Ankara ve İstanbul’da bazı ilçe belediyelerine bağlı mahallelerin, başka ilçe belediyelerine bağlanmasıdır.
Ki, buna ilişkin maddeler, Çayyolu bölgesinde yaşayanları en az yasanın bütünü kadar ilgilendirmektedir.
Zira, yasanın kabul edilmesiyle, Çayyolu Yenimahalle’den alınıp, Çankaya’ya bağlanmıştır.
Bu değişiklik, genelde AKP’nin seçim kazanmaya yönelik bir manevrası olsa da, sağduyuyla değerlendirildiğinde, farklı boyutlarını da değerlendirilmek mümkündür.
Mesela, Çayyolu’nun Yenimahalle ilçesiyle coğrafi bir bağı hiç yokken, Çankaya ilçesiyle, Beysukent, Angora ve Ümitköy vasıtasıyla sınırdaştır.
Nitekim, Yenimahalle Belediyesince Çayyolu’nda kurulan “Semt Birimi” teşkilatı bu “coğrafi kopukluk” gerçeğinin bir ürünüdür.
Dolayısıyla, Çayyolu bir CHP li belediyeden alınıp, bir başka CHP li belediyeye bağlandığı için, Çayyolu açısından değişen pek fazla bir şey yoktur.
Çayyolu halkı, uzun yıllardır bağımsız ilçe belediyesi olmayı istediğinden, bir ilçeden alınıp, bir başka ilçeye bağlandığı için değil, ayrı ilçe yapılmadığı için rahatsız olmaktadır ki, bunda da çok haklıdır.
O halde, Çayyolu halkı yasa’ya karşı olacaksa, bunun temel gerekçesi, ilçe yapılmamış olmak olmalıdır.
Lakin kimi çevreler, konuya günlük çıkarları gözeterek oportünistçe yaklaşmakta, Yenimahalle’den ayrılmanın “bölünmek” olduğunu söyleyerek ve insanları buna inandırmaya çalışarak, yasaya karşı çıkmaktadır.
Bu yaklaşımı, Çayyolu gibi büyük bir oy deposunun kendisinden alınmasından rahatsız olan Yenimahalle Belediyesi yöneticilerinin sergilemesi belki olağandır.
Ancak, Çayyolu’nun ilçe yapılması için uğraş vermek amacıyla kurulmuş olan kimi dernek veya platformların bu tutum içinde olmalarıysa “varlık nedenlerini inkar etmekten” başka bir anlam ifade etmemektedir.
Şayet, bağımsız bir ilçe olmak savunulmayacaksa, Çankaya’ya bağlanmak ile Yenimahalle’ye bağlı olmak arasında ne fark vardır.
Bu net olarak ortaya konulamadığı takdirde farkın, olsa, olsa kimi sivil toplum örgütlerine Yenimahalle Belediyesince sağlanan imkanların, Çankaya belediyesince de sağlanıp, sağlanmayacağından kuşku duyulması, belediye yönetimiyle zaman içinde kurulun kişisel ilişkilerin sil baştan yapılmasının gerekmesi ve bu ilişkiler çerçevesinde elde edilen statülerin kaybedileceğinden korkulması olduğunu düşünmemek elde değildir.
Kimse kalkıp da, Yenimahalle Belediyesi çok başarılı hizmetler yaptığı için oraya bağlı kalmayı savunuyoruz kandırmacasına sığınmamalıdır.
Yapılanlar ortadadır; yoğunluklar artırılmış, yeşil alanlar, parklar betonlaştırmış, her köşe başına bir büfe dikilmiştir.
Bunları yapmak başarı değildir; bugün ülkenin dört tarafında yapılan zaten budur.
O nedenle, hiçbir mazeret Çayyolu’nun ilçe olması için uğraş verilmesine engel olmamalıdır.
Şimdi zaman Çayyolu’nun ilçe olması için mücadele etme zamanıdır.
Mihenk taşı budur!
Nitekim, “Çayyolu İnisiyatifi Grubu” bu mücadelenin bayraktarlığını yapmaktadır.
Artık olması gereken, Çayyolu’nun diğer demokratik kitle örgütlerinin de bu hedef doğrultusunda mücadeleye katılıp, “Çayyolu İnisiyatifi” ile güç birliği yapmalarıdır!
Mustafa T. Turhan
Hiç yorum yok...