Demokrasi kavramının kaynağı Antik Yunan’a kadar dayanmaktadır. Milattan önce 400-500 yıllarında karşılaştığımız bu kavram aslında DOĞRUDAN DEMOKRASİ olarak adlandırılan bir yönetim sistemini işaret eder. Buna göre Yunan halkı kendi geleceklerini ve kaderlerini tayin etmek için tümüyle katılımcı oldukları bir model içerisinde karar alma süreçlerine doğrudan katılırlar. Ancak ilerleyen dönemler de hem artan nüfus hem de değişen ve farklılaşan ihtiyaçlar karşısında doğrudan demokrasi uygulamalarında zorluklar yaşanması, bu sisteme alternatif modeller geliştirilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Bu çerçevede TEMSİLİ DEMOKRASİ olarak da nitelenen ve içerisinde Türkiye’nin yönetim modeli olan Parlamenter Sistem, ABD’deki gibi Başkanlık Sistemi ve Rusya’da olduğu gibi Yarı-Başkanlık sistemlerinin de bulunduğu yönetim modelleri doğmuştur.
Temsili Demokraside tahmin edileceği gibi halk kendi kaderini tayin edecek ve kendi adına kararlar alacak (kanunlar yapacak ve bu kanunları yürütecek) kişileri seçmekte, kendi kendini yönetme yetkisini belirli bir süre için bu kişilere devretmektedir. Ancak oluşturulan başka bir takım kurumlar aracılığı ile bu yönetme yetkisini kontrol etme yani denetleme hakkını da kullanmaktadır. Danıştay, Sayıştay, Yargıtay gibi kurumlar da bu denetim mekanizması içerisinde yer almaktadır. Güçler ayrılığı yaklaşımı yani Yasama (Parlamento), Yürütme (Bakanlar Kurulu) ve Yargı kavramları da bu şekilde ortaya çıkmıştır.
Ancak temsili demokrasi her zaman halkın sorunlarına ve ihtiyaçlarına tam anlamıyla cevap verememekte, hatta bazı konularda tıkanmaktadır. Bu tip durumlarda ise halk kendisini temsil eden parlamentoyu ya bütünüyle değiştirmek istemekte ya da güvenoyu tazelemek ihtiyacı duymaktadır. Böylelikle erken seçimler düzenlenebilmektedir. Temsili demokrasinin tıkandığı bazı durumlarda ise HALK OYLAMASI ya da REFERANDUM gibi alternatif yöntemler ile halkın karar alma süreçlerine doğrudan katılımı sağlanabilmektedir. Özellikle belediyecilik hizmetleri, sosyal donatılar, sağlık hizmetleri, kamu yararına yönelik uygulamalar gibi merkezi değil tümüyle yerel yönetimlerin ve dolayısıyla yerel halkın inisiyatifinde olmalıdır. Kentliler kentli haklarına kendileri sahip çıkabilmeli, bu konuda özgür olmalıdırlar. Eğer kentli kendi yaşam alanını ve aldığı belediye hizmetini kendisi değerlendirme ve tercih etme hakkına sahip olamıyor ise bu çağda dünyada da hızla özgürleşen yerel yönetimler bakış açısında ülkemizde büyük bir problem var demektir.
Türkiye, yerel yönetimlerin kendi geleceklerini planlama ve kaderlerini belirleme anlamında 1985 yılında imzaya açılan “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı imzalamıştır. Her ne kadar merkezi yönetim ve siyasi iktidar bu antlaşmaya çekinceler koysa bile teoride bu şartlar Türkiye tarafından da kabul edilmiştir. Bu antlaşmanın üçüncü maddesi şöyle demektedir;
Madde 3 - Özerk yerel yönetim kavramı
1. Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirtilen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır.
2. Bu hak, doğrudan, eşit ve genel oya dayanan gizli seçim sistemine göre serbestçe seçilmiş üyelerden oluşan ve kendilerine karşı sorumlu yürütme organlarına sahip olabilen meclisler veya kurul toplantıları tarafından kullanılacaktır. Bu hüküm, mevzuatın olanak verdiği durumlarda, vatandaşlardan oluşan meclislere, referandumlara veya vatandaşların doğrudan katılımına olanak veren öteki yöntemlere başvurulabilmesini hiç bir şekilde etkilemeyecektir.
Daha da çarpıcı olan, bu antlaşmanın beşinci maddesidir. Bakınız bu madde ne demektedir;
Madde 5 -Yerel Yönetim sınırlarının korunması
Yerel yönetimlerin sınırlarında, mevzuatın elverdiği durumlarda ve mümkünse bir referandum yoluyla ilgili yerel topluluklara önceden danışılmadan değişiklik yapılamaz.
Aynı antlaşmanın onbirinci maddesi ise şunu öngörmektedir;
Madde 11 - Özerk yerel yönetimlerin yasal korunması
Yerel yönetimler kendi yetkilerinin serbestçe kullanımı ile anayasa veya ulusal mevzuat tarafından belirtilmiş olan özerk yönetim ilkelerine riayetin sağlanması amacıyla yargı yoluna başvurmak hakkına sahip olacaklardır.
Bu noktada aslında REFERANDUM bir anlamda DOĞRUDAN DEMOKRASİ yaklaşımına çok benzemektedir. İşte şu anda yaşadığımız ve Ankara’da başta Çayyolu olmak üzere bazı mahalleleri yıllardır bağlı oldukları Yenimahalle Belediye’sinden alıp başka belediyelere bağlama yaklaşımı Temsili Demokrasinin tıkandığı, aksadığı bir durumu ortaya koymaktadır. Çünkü, merkezi yönetim tarafından alınan bu karar doğrudan yerel halkın geleceğini ilgilendirmekte ama yerelin hiç bir şekilde fikri sorulmadan tamamen tepeden inme bir yöntemle gerçekleştirilmektedir. Oysa burada yapılması gereken şu olmalıydı. Söz konusu mahallelerin neden bağlı bulundukları belediyelerden alınarak başka belediyelere bağlanmak istendiği halka çok açık ve net bir şekilde anlatılmalıydı. Bu amaçla, yapılacak olan değişikliğin sebepleri bilimsel nedenleri ile birlikte ortaya konmalıydı. Bu anlamda coğrafi, sosyal, kültürel, tarihsel, ekonomik ve politik tüm nedenler şeffaf bir biçimde yerel ile paylaşılmalıydı. Mevcut durumda yerel halkın iyi hizmet almasına engel olan bir durum var ise bunun nedenleri açıklanmalıydı. Sınırları değiştirilen belediyelerde bundan etkilenecek yerel halkın aldığı hizmet kalitesi ne şekilde artacaktır açıklanabilmeliydi. Yerel halkın bu değişim sonucunda neler kazanacağı, neler kaybedeceği, yeni yönetim değişikliği ile nasıl bir gelecek tasarlandığı halka çok açık bir biçimde aktarılmalıydı. Bunun için de bir çok platform kullanılmalı, basın-yayın yolu ile halk aydınlatılmalı, yerel yöneticiler ile toplantılar yapılmalı, halkın da katılımının sağlandığı konferanslar, açık oturumlar, paneller ve çalıştaylar düzenlenmeliydi. Mahalle muhtarları bilgilendirilmeli, bölge okullarında konu ile ilgili aydınlatıcı belge ve dökümanlar dağıtılmalıydı. Ancak bu şekilde bir hazırlık sonunda da halkın tercihi sorulmalıydı. Bu da elbette REFERANDUM yoluyla yapılmalıydı.
Bu referandum da yerele sadece mevcut belediyelerinden ayrılıp yeni bir belediyeye bağlanmayı isteyip istemedikleri değil eğer yeterli ve gerekli şartları sağlıyorlar ise kendilerinin ayrı bir belediye olması alternatifi de sorulmalıdır. Buna göre, örneğin nüfusu 150 bini geçen Çayyolu için üç sorulu bir referandum olmalıydı:
1- Yenimahalle Belediyesine bağlı kalmak ister misiniz?
2- Çankaya Belediyesi’ne bağlanmak ister misiniz?
3- Çayyolu adı ile yeni bir ilçe olmak ister misiniz?
Şimdi ise Çayyolu’na ve diğer mahallelere düşen görev temsili demokrasinin içinde bulunduğu bu çıkmazı, gafleti aşacak bir yöntem bulması ve eğer merkezi yönetim yereli ikna etmek için uğraşmıyor ya da çabalamıyor ise yerelin kendi hakları konusunda merkezi yönetimi ikna etmesidir. Bu yüzden şimdi tam zamanı, Çayyolu halkı REFERANDUMA gitmeli. Bir gece ansızın gelen ve yerelin hayatını altüst edecek bu değişiklik konusunda tüm yerel halk ve mahalleler kendi geleceklerini planlamak için harekete geçmeliler. Bu mahalleler kendi kaderlerini kendileri tayin etmeli ve kendi gelecekleri konusunda son sözü yine kendileri söylemeliler. YEREL HALK ve MAHALLELİ NE İSTİYOR İSE O OLMALI. İşte bu yüzden ŞİMDİ TAM ZAMANI...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı, haberin tüm hakları cayyolum.com ile Çayyolu Haber Bülteni’ne aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haber/fotoğraflar özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan köşe yazısı/habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Hiç yorum yok...