Haberler


TÜRKİYE’DE LAİKLİK
  • Yorumlar: 0
  • 06 Şubat 2012 00:00
  • Haber kategori: Çayyolu
  • Ekleyen:
  • Ziyaretler: 2558
  • Son Güncelleme: -/-
  • (Güncel Beğeni 0.0/5 Yıldızlar) Toplam Oylar: 0

TÜRKİYE’DE LAİKLİK

0 0

“TÜRKİYE’DE LAİKLİK” (*)

AKP Genel Başkanı’nın   “İktidar partisi olarak dindar kuşaklar (kendisi ‘nesiller’ diyor) yetiştirmek” amacında olduklarını ilan ettiği hafta, demokrasinin   özü  olan laiklik ilkesinin Anayasa’da yerini alışının 75. yıldönümüne  rastlıyor!

5 Şubat 1937’de Atatürkçü Düşünce Dizgesini simgeleyen   Altı İlke, başka deyişle Altı Ok, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Cumhuriyetin temel nitelikleri olarak yer almıştır. 

"Demokrasinin özü" olan   laikliğin de arasında yer aldığı bu ilkelerin her biri öbürü için zorunlu olan  bir bütünlük oluşturmaktadır.   Bu bütünlüğe    Atatürkçü Düşünce Dizgesi ya da Atatürkçü Uygarlık Tasarımı    diyebiliriz kanısındayım. Çünkü insanlığın bugüne değin denediği dinsel, kapitalist ve sosyalist uygarlık tasarımlarına oranla   demokrasi  ilke ve değerlerini çok daha tutarlı ve doğru biçimde gerçekleştirebilme özelliğindedir. Ve yalnız düşünsel düzlemde kalmamış,      uygulanabilirliğini  de kanıtlamış olan bir düşünce dizgesidir. 

ATATÜRKÇÜ UYGARLIK TASARIMININ MOTOR GÜCÜ: ULUSAL EGEMENLİK!

Atatürkçü Düşünce, demokrasinin, yani ulus egemenliği düzeninin ancak  laiklik eşliğinde  gerçekleşebileceği gözlemine dayalıdır. Laikliği, "Din kılıfı altında demokrasiyi engellemek niyetlerine   fırsat vermeyen bir devlet, toplum   ve insan anlayışı" olarak  tanımlar.

Bu özelliği ile laiklik, yalnız devlet kurumuyla, yani siyasal erkin belirlenip kullanılması alanıyla sınırlı bir ilke değildir. Aile, eğitim, ekonomi, üstün değerler, yani ahlak, sanat,   felsefi inançlar     gibi toplum yaşamının tüm temel alanlarının demokratik nitelikte olmasının zorunlu gereğidir. 

Toplumsal yapıyı oluşturan bu temel ögeler biribirleriyle karşılıklı etkileşim içinde olduklarından, örneğin eğitim laik nitelikte olmazsa, yani AKP Genel Başkanı’nın ilan ettiği üzere hükümetler    “dindar” dedikleri  kuşaklar yetiştirmeğe  kalkışırlarsa, devlet de laik olamaz; devlet laik nitelikte olmazsa aile düzeni de laik olamaz; ekonomi de laik ilkelere göre işlemez;   ahlak , sanat ve değerler dizgesi de laik ölçülerden uzak kalır. Yani tüm toplumsal yaşam, demokrasi dışı bir baskıcı yönetim altına girer.

Demek oluyor ki laiklik, yalnız siyasal değil, bütünüyle bir toplumsal düzenin adıdır. Laik toplumsal düzen, kamusal yaşamın, yani tüm yurttaşların eşit   olarak düzenlenişine katılma  hakkına sahip oldukları yaşam alanlarının hiçbir kutsal, yani tartışma ve eleştiriye kapalı   kurala dayandırılmaması, toplumsal düzenin her yönünün her yurttaş tarafından, her gün, yeniden yeniye irdelenip eleştirilebilmesi, değişiklik önerilerinde bulunulabilmesi      demektir.

Türk Devrimi, aynı zamanda bu ulusal egemenlik ve laiklik düzeninin İslam dininin   özüyle çelişmek şöyle dursun,  din-adamı sınıfına ve kilise benzeri bir tapınağa yer vermeyen, geçerli tapınmanın da  gösterişi yapılmayan tapınma olduğunu vurgulayan o öze tam da uygun olduğunu kanıtlamakla, gerçekte bütün İslam dünyasına ve böylece tüm insanlığa çok kalıcı bir  katkıda bulunmuştur.  

5 Şubat 1937’de Anayasa ilkesi olarak yerini alan ve  değiştirilmesinin     önerilmesi bile insan haklarına, yani demokrasi düzenine aykırı olan   laik toplum düzeninin, bu geniş anlamıyla kurulmasında 3 Mart 1924 günlü üç yasanın temel yeri vardır:

1-     Halifeliği  kaldıran yasa

2-     Şer'iye ve Evkaf Vekâleti  ile Erkân-ı Harbiye Vekâletini (Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı ile Genel Kurmay Bakanlığı'nı) kaldıran yasa

3-     Eğitim ve Öğretimi  BirleştirenYasa

İlk iki yasanın gerekçesi, "egemenliğin kısıtsız ve koşulsuz ulusa ait olması" ilkesidir.

Ulusal egemenlik düzenine  karşı en önemli ve en tehlikeli engeller ve  aykırı davranışlar (ihlaller), günümüze değin hep din adına yapılmış, dinsel baskıcılık biçiminde belirmiştir. Çünkü yönetim erkinin ulusa ait olmadığı düzende yöneticiler meşruluklarını dinden, başka deyişle göksel kaynaktan aldıklarını öne sürer, buna dayanarak da uyruklaştırdıkları toplum bireylerinden  sorgusuz-eleştirirsiz başeğme beklerler.

Osmanlı halife-sultanının kendisini Tanrının gölgesi ve pegamberin vekili saydığını biliyoruz.  

Cumhuriyetimizin kuruluşundanberi ulusa egemenlik hakkını tanımamakta direnenlerin, hem kendi yetkisini dinsel kaynaktan aldığını öne süren, hem de cumhuriyete karşıtlığını dinsel gerekçelere dayandırmak isteyen saltanat mensupları ve yandaşları  ile tarikatlar, şeyhler, medrese hocaları ve müridleri, ağalar, al-satçı sermayedarlar .. ve onların siyasal temsilcileri olduğunu da biliyoruz. 

Demokratik düzende, kendisini Tanrı’nın gölgesi, peygamberin vekili olarak gösteren, toplum düzenini düzenleyip   yürütecek     yasa, tüzük ve yönetmeliklerin "Tanrının muradı" diye öne sürdüğü biçimde yapılmasını dayatmak erkiyle donanmış   Halifelik gibi bir kuruluşa yer olamayacağı açıktır.

İkinci yasanın gerekçesi, ortak yaşam alanlarının din dahil her türlü dogmatik görüş ve inancın baskısından kurtarılıp özgür kılınmasıdır. 

Bunun doğal bir gereği olmak üzere,  demokratik bir düzende meşru yerleri  bulunmayan   tarikatçılık, şeyhlik, dervişlik, çelebilik, müritlik, … gibi       örgütlenmeler ve sanlar, 30 Kasım 1925 gün ve 677 sayılı yasa ile   kaldırılmışlardır. Bu saptamanın önemi büyüktür ve  iyi anlaşılması gerekir:

a)     Bilindiği gibi demokratik düzende dernekler, 18 yaşını doldurmuş ergin yurttaşların, özgür istençleriyle katılıp ayrıldıkları  örgütlerdir. Tarikatların ve son yıllarda tarikat sözcüğü yerine kullanılan   “cemaat”lerin ise,  3-5 yaşından başlayarak ulus bireylerini  uyruklaştırma     yerleri olduğu bilinmektedir.

b)     Derneklerin yöneticileri  üyelerin özgür oylarıyla ve belli süreler için seçilir, görev süreleri boyunca üyelerce özgürce denetlenir, eleştirilir ve değiştirilirler. Tarikat denilen ortaçağcıl kurumların başlarına geçenlerin   ise, "baba  ya da   dededen  el aldıklarını", "kalp gözüyle Tanrı'yı görmek       gibi insanüstü niteliklere sahip olduklarını"  öne sürerek    yerlerini yaşam boyu korudukları  gibi,     çocuklarına ya da dilediklerine de aktarabilen, etkisi altına girenlere hiçbir eleştiri özgürlüğü    tanımayan, bu etkilerini siyasal   alanda da kullanan "keramet"i kendinden ileri gelen kişiler olduğu bilinmektedir.   Böyle kişilere ulus çocuklarını ve genellikle yurttaşları edilginleştirici etkinliklerde bulunma fırsatı tanınmasının     ulusal egemenlik düzenine taban tabana aykırı olduğu açıktır.  

c)     Derneklerin mal varlıkları ve gelir kaynakları ile bunların harcanma yol ve alanları cumhuriyet savcısının denetimi altındadır. Tarikatlar için bu da söz konusu değildir.

Üçüncü yasanın gerekçesi de, yetişen kuşakların ve genel olarak yurttaşların demokrasi düzenine uygun bir eğitim ve öğretim görmeleri, böylece demokrasinin en kalıcı ve sağlam güvencesine kavuşturulmasıdır.  Laiklik ilkesinin Anayasa güvencesine alınışının 75. Yıldönümünde dile getirilen “dindar kuşaklar yetiştirmek” anlayışı,  ulus çocuklarını   demokrasi kültürü ve bilimsel düşünüş eğitiminden yoksun tutma siyasetinin açıkça ilan edilmesi anlamına gelmektedir.

5 Şubat Laiklik Bayramında, Türkiye Cumhuriyeti’nin   demokratik meşruluk temellerine saygısı olan siyaset ve yönetim insanlarını, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün demokrasi çağrılarını kafalarında ve vicdanlarında tartıp, yeni kuşaklara ve genellikle ulusumuza bu çağrılara uygun bir düşünce ve değerler ortamı  sağlayacak  biçimde davranma     ödevlerini hatırlatıyoruz:

“Ne yazık ki yer yüzündeki yüzmilyonlarca Müslüman kitleleri, şunun ya da bunun tutsaklık ve aşağılayıcılık zincirleri altındadır. ALDIKLARI MANEVİ EĞİTİM VE AHLAK, ONLARA BU TUTSAKLIK ZİNCİRLERİNİ KIRACAK İNSANLIK NİTELİĞİNİ VERMEMİŞTİR, VEREMİYOR. ÇÜNKÜ EĞİTİMLERİNİN HEDEFİ ULUSAL DEĞİLDİR.”

“Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tümden çağdaş ve bütün anlam ve biçimleriyle uygar bir toplum durumuna ulaştırmaktır. .. Şimdiye değin ulusun kafasını paslandıran, uyuşturan düşünüşte bulunanlar olmuştur.

.. Bugün bilimin, tekniğin, bütün kapsamıyla uygarlığın saçtığı ışıklar karşısında filan ya da falan şeyhin uyarılarıyla maddi ve manevi mutluluğu arayacak ölçüde ilkel insanların Türkiye uygar topluluğunda varlığını hiç kabul etmiyorum.

Bir takım şeyhlerin, dedelerin, … babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve  talihlerini,  yaşamlarını falcıların, büyücülerin, üfürükçülerin, muskacıların ellerine bırakan insanlardan oluşmuş bir topluluk, uygar bir  ulus olarak görülebilir mi?

Bir ulus ki resim yapmaz, bir ulus ki yontu yapmaz, bir ulus ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o ulusun ilerleme yolunda yeri yoktur.

Oysa bizim ulusumuz, gerçek nitelikleriyle ilerlemeye lâyıktır ve olacaktır.”

 

Prof. Dr. Özer Ozankaya

Paylaş
  • Twitter
  • del.icio.us
  • Digg
  • Facebook
  • Technorati
  • Reddit
  • Yahoo Buzz
  • StumbleUpon

Hiç yorum yok...

Bilgi! Maalesef sadece kayıtlı ve giriş yapmış kullanıcılar yorum gönderebilir. Giriş yapın veya Kayıt olun.