İnsanlığın, ülkenin sorunlarına sahip çıkmak ve kamuoyunun sesi olmak iddiasında olan basın meslek grubu, kendi özlük sorunlarına sahip çıkmak konusunda maalesef fazla başarılı olamadı. Basın sektöründe çalışanların büyük bölümü, bırakın sendikalı olmayı, sözleşmeleri Basın Kanunu’na uygun yapılamadığı için, hak ettikleri basın kartını bile almakta zorlandılar. Kanuna uygun sözleşmeleri yapılmadığı halde ‘’gazeteci ‘’olarak çalışan bu fikir işçileri, bugün, basın kartlarının olmaması gerekçe gösterilerek ‘’ülkenin yöneticileri’’ tarafından ‘’terörist ilan edilirken, özellikle büyük medya kuruluşlarının patronları, sendikanın kapılarından içeri girmemesi için çalışanlarını sürekli işten atmak ile tehdit etti. Bu tehditler nedeniyle, basın sektöründe çok az sayıda işyerinde Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) örgütlenebildi.
TGS’nin, en yoğun olarak örgütlendiği işyeri, özel bir şirket statüsünde olmasına karşın, gelirlerinin büyük bölümünü hizmet satışı karşılığı devletten sağlayan, Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’Türkiye’nin sesini dünyaya duyurma’’ görevi ile 6 Nisan 1920’de kurduğu Anadolu Ajansı (AA) oldu.
AA’nın devletle organik bağlarının, sendikalılığın gelişmesi ve kurumun işleyişi açısından çok değişik etkilerinin olduğunu söylemek mümkün. Devletle organik bağlılık (bağımlılık), kurumun yönetimini ve hizmet ilkelerini belirlemede etkili olurken, bu bağ(ım)lılığın basında sendikalılığın artmasında olumlu ortam yaratdığını söylemek mümkün. Pek çok kamu kuruluşunun özelleştirilmesi ile Türk sendikacılık hareketinde yaşanan büyük üye kaybı, devletle olan organik bağın devam etmesi sayesinde AA’da yaşanmadı. AA, bugüne kadar ‘’ TGS’nin kalesi’’ olarak geldi.
Ancak şimdi, AA yönetiminin TGS’ye yönelik tavrı, bu kalenin ‘’düşmek üzere’’ olduğunu gösteriyor. Bu kalenin düşmesi, sadece TGS açısından değil, basında sendikalılığın devamı açısından da ‘’çok önemli bir dönemeç’’ oluşturacak.
AA’da , şu anda gelinen nokta, bir ‘’sendika’’ değil ‘’ TGS yönetimi’’ sorunu gibi gösterilse, yeni bir sendika oluşumu gündeme getirilse de işverenin ‘’istemediği bir sendika yönetimini (çalışanlar üzerinde baskı kurarak) değiştirmeye çalışması girişimi’’, aslında yeni kurulan veya kurulacak bir sendika açısından da ne kadar büyük bir risk oluşturuyor.
AA’nın yönetimi, geçen yıl Temmuz ayı içinde yapılan genel kurul sonrası değişti. Yeni yönetim, ilk önce mevcut 3 genel müdür danışmanının iş aktini feshetti. Ardından ‘’yeni yapılanma’’ gerekçesi ile redaksiyon servisini kaldırdı. Bu serviste çalışanlar ya başka birimlere gönderildi ya da ‘’4 Ekim 2011 itibariyle emeklilik dilekçesi vermek şartıyla’’ istekleri dışında ‘’idari izinli’’ sayıldı. Bu çalışanlara, ‘’bu saatten sonra ajansa gelmeyin, sizi burada görmek istemiyoruz’’ denildi.
Yıllarını bu kurumu vermiş, meslek ve ajans onurunu korumaya çalışmış insanlar, yayın yetkileri ellerinden alınarak haber sistemine girişleri engellenerek ‘’bu saatten sonra gelmeyin, 4 Ekim’e kadar ne kadar idari izin gerekiyorsa vereceğiz’’ denilerek, adeta ‘’kollarından tutularak dışarı atıldı.
Emeklilik dilekçesi vermeyen çalışanların görev yerleri değiştirildi, sonuçta da 2 çalışanın iş akitleri tazminatsız fesh edildi.
Emekliliğe hak kazanan çalışanlara yönelik bu operasyon büyük ölçüde tamamlandıktan sonra diğer personel işverenin tacizlerine muhatap olmaya başladı. ‘’Gazetecilikte uzmanlığa, tecrübeye önem verdiğini’’ her fırsatta ifade eden yönetim, ‘’kendi kriterlerine uymayan çalışanları’’ yine 4 Ekim 2011 itibariyle emeklilik dilekçesi vermek şartıyla, idari izinli olarak ‘’ajanstan gönderdi’’. Bu aşamada, en örgütlü olunan kurum olmasına rağmen, AA çalışanları, bu olaylar konusunda ortak tepki geliştiremedi. Yılların emeğinin karşılığı olan ekonomik haklarını kaybetme riski ile tehdit edilen çalışanlar, ‘’hakarete uğramışlık’’ duygusu ile emeklilik dilekçesi vermekten başka çare bulamadılar. Bu aşamada, çalışanların sürekli servisleri değiştirildi, görevlerinden alınarak tenzili rütbe ile başka görevlere atandılar. Personel üzerinde bir ‘’yıldırma ve tehdit politikası’’ uygulandı.
Temmuz ayında göreve başlayan yeni yönetim, Ekim itibariyle 80’den fazla kişiyi emekliye sevk etmiş oldu. Kendi kriterlerine uymayan ve emeklilik süresi dolmamış insanlardan ise emeklilik süreleri gün gününe takip edilerek, günü dolar dolmaz hemen emeklilik dilekçesi istendi. Bu yönetimin ‘’Ajansı yeniden yapılandırma politikasının’’ aslında, bir ’’temizlik harekatı’’ olduğunu apaçık gösteriyor. Nitekim, bugüne kadar emekli edilen insan sayısının 130 civarında olduğu tahmin ediliyor.
İstekleri dışında, baskı ve yıldırma politikaları ile emekli edilen bu çalışanlar hakkında, ayrıca yıpratma ve karalamaya yönelik açıklamalar yapıldı. Yıllardır sektöre verilen emekler, çalışma süreleri göz ardı edilerek, yasal ve toplu sözleşmelerdeki haklarından kaynaklanan alacakları tazminatlar nedeniyle adeta hedef haline getirildiler ve hak arayamaz duruma itildiler.
Diğer taraftan, çeşitli soruşturmalar kapsamında kitap yazan, araştırma yapan gazetecilerin tutuklanması ve ‘’terörist, darbe yanlısı’’ gibi nitelemelerle suçları kanıtlanmadan tutuklanmaları, hücrelere konmaları, sendikal mücadelede, ekonomik değil, insan yaşamı ve hakları ile ilgili mücadeleyi ön palana çıkardı.
Bu süreçte TGS; oluşturulan platformlarda etkin rol oynadı ve ‘’düşünceye, eleştiriye’’ yönelik uygulama ve tutuklamaların uluslararası platformda da gündeme getirilmesini sağladı. Ancak bu durum hem Ajans yönetimini hem de ülke yönetimini rahatsız etti ve doğrudan TGS yönetimi hedef haline getirildi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da partisinin il başkanları toplantısında bu rahatsızlığını şöyle dile getirdi:
“Bakınız, Türkiye’de bir sendika çok uzun süredir hem ülke içinde, hem yurt dışında kara bir propaganda yürütüyor. Bu sendika, Türkiye’de gazetecilerin keyfi olarak tutuklandığı iddiasını yayarak, Türkiye’nin imajını zedelemek, Türkiye’yi karalamak için çok yoğun bir gayret sarf ediyor. Çok acıdır ki, başta Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı olmak üzere bazıları da bu iddialara sarılıyor. Onlar da aynı şekilde Türkiye’ye çok büyük zararlar veren kampanyalarda görev alıyorlar.
Bu rahatsızlıklar üzerine, önce, üyelere yapılan baskı ile olağanüstü genel kurul yapılarak yönetim değiştirilmesi istendi. Bu süreç devam ederken, çalışanlar sendikadan istifa ettirilmeye başlandı. Şimdiye kadar çok sayıda çalışanın istifa ettirildiği ve yeni bir sendikaya üye yapılmaya çalışıldığı belirtiliyor.
Gazetecilik İşkolu’nda ve Anadolu Ajansı’nda tek yetkili sendika olan TGS’yi hedef alan sürecin, ilk aşamada görünürde Ercan İpekçi’yi hedef alsa da, çok da uzun olmayan vadede basında sendikayı, sendikalaşmayı hedef aldığı çok açık.
Bugün TGS’nin bu yönetimini beğenmeyen işveren, acaba hangi şartları taşıyan sendikacı istiyor? Bu ‘’yeni tip’’ sendikacıların ömürleri ne kadar olacak? İşveren, bu beğenisini yeni toplu sözleşmelere nasıl yansıtacak?
Türkiye, demokrasi ve hukuk, adalet açısından çok olağanüstü dönemlerden geçiyor. Demokrasiye, aydınlanmaya, eğitime inanan, hukukun ve adaletin işlemesini isteyen insanlar, kurumlar bir şekilde bu tepkilerini, taleplerini dile getirdiğinde, hedef haline gelebiliyor ve yargısız infaz ediliyor. En iyi şartlarda, terörist, vatan haini, darbe savunucusu veya halk düşmanı olmakla suçlanıyor. İnsanlar, ‘’ya bendensin ya öteki’’ durumuna itilirken, bu ‘’öteki’’ olarak nitelendirilen insanlar, etnik, dini açıdan ve dünya anlayışı açısından da ‘’birbirlerine karşı bile daha fazla ‘’ötekileştiriliyor.’’
Adalet işlemediği için insanlar tepkilerini dile getirmeye çekinir hale geldi. Ancak adaletsizlik, hukuksuzluk o boyuta geldi ki bunları sindiremeyen insanlar, tepkilerini dile getirebilmek için kendilerini ‘’telef etme’’ aşamasına gelebiliyorlar.
Tıpkı Fas’ta bir pazarcının kendisine yapılan haksızlığa tepkisini göstermek için kendisini yakması gibi, normal eleştiri ve tepki kanalları kapatılan insanlar, kendilerini ön plana atarak, kendilerine zarar vererek tepkilerini dile getirme yoluna gidebiliyor.
İnsanları, görüşlerini söyleyemez, tepkilerini dile getiremez hale getiren, sindiren bu düzeni kınıyoruz.
Hiçbir şey insan hayatından daha önemli değildir. Sendikanın normal süreç içinde üyeleri ve delegeleri ile birlikte çözeceği bir sürece müdahale edilerek, insanlar sendikadan istifa ettirilerek hak kaybına uğratılırken, TGS de tarihe gömülmek isteniyor.
Bu sürecin amacının, basında sendikanın bitirilmesi olduğunu açıkça görüyoruz ve çalışanları bir kez daha düşünmeye, süreci işletmeye çağırıyoruz. Çözüm, ‘’kendini feda etmek, ölerek anıtlaşmaya çalışmak değil’’, insan onuruna yakışır bir şekilde yaşamak ve yaşatmaktır.
Hiç yorum yok...