“Bu nasıl bir şımarıklık, nasıl bir kabalık ve faşistlik, hatta nasıl bir cahillik vemedeniyetten nasibini almamışlık?” diyor Sümeyye Erdoğan “Facebook” sayfasında “tiyatro krizini” anlatırken, “Kimse bana kalkıp da -bu çağda- tiyatroda normal bir şekilde sakız çiğnemenin oyuncuya saygısızlık olduğunu söylemesin! Biraz dünya görmelerini tavsiye ederim!” diye devam ediyor ve sözü özetle şöyle bağlıyor:
“Ben sanatı seven, önemseyen ve sadece izleyici olmakla kalmayıp hobi olarak uygulamasında da olan biri olarak bana o terbiyesizliği yapan oyuncuya diyorumki, sen istediğin kadar…başörtülülerden nefret et, görmeye…tahammül etme; dünyanın gerçeklerini değiştiremeyeceksin! Ben sanatı sevmeye, tiyatroya gitmeye ve bu sırada başörtülü olmaya da devam edeceğim! Bununla ilgili ne yapacaksın???? Her başörtülüye ... laf atarak mı yaşayacaksın? …Böyle hoşgörüsüz, kaba bir tavrı sanatın neresine sığdırıyorsun? Madem sen (önünde sakız çiğnenemeyecek kadar) yüce ve saygıdeğer bir sanatçısın, nasıl olur da insanların giyim tercihlerinden dolayı (asıl sebebin sakız olduğuna inanacak değilim!) onlara yüzlerce seyircinin önünde laf atıp onları üzecek kadar hoşgörüsüz, kaba, sığ düşünceli ve çağın gerisinde kalmış olabilirsin?! Hani sanatçılar modern.. özgürlükçü.. insan-severdi? Ne sen, ne sanat camiamızda maalesef çokça rastlanan senin gibileri, saygıdeğer sanatçılar değilsiniz! Son olarak; başörtülülere ve sizden farklı olan herkese alışsanız iyi olur! Çünkü biz hep burada, gözünüzün dibinde olacağız!”
Nur topu gibi bir “one minute” vârisimiz var!
Sümeyye Erdoğan çıtayı, üstelik meydan okumada, babasının ötesine taşıyor.
“Kimseden ders alacak değilim!” derken, “dünya görmüşlük” kontenjanından “Bu konularda bana laf etmeye kalkanın alnını karışlarım” demeye getiriyor.
Erdoğan hanedanının siyasete hevesli küçük vârisi ne de olsa ABD’de, İngiltere’lerde tahsil görmüş. Sade siyaset değil; sanatın ve sanatçının da ne olup olmadığını artık bize o öğretecek...
Salonda yangın çıksa böyle olur
Devlet Tiyatrosu’nu birbirine katan bu müthiş olayın ilk versiyonuyla pazar sabahı bir haber sitesinde karşılaştığımda, ilk düşüncem“bu herhalde gecikmiş bir 1 Nisan şakası!” oldu.
Okuduklarıma inanamadım.
Haberin ilk örneğinde, “Oyuncuların müstehcenlik içeren hareketleri (haka dansını andırır figürler) nedeniyle” Sümeyye Erdoğan’ın tiyatroyu terk ettiği belirtiliyordu...
“Hakaret” denen hareket; “Sümeyye Erdoğan’la göz göze gelen oyuncunun ‘ne haber’ anlamıyla yaptığı göz işareti” şeklinde tanımlanıyordu…
Buna içerleyen ve (tiyatro adabı hakkında kimseden alacak dersi olmayan!) Sümeyye Hanım çevresindekilerle salonu terk etmiş; onlarla beraber “Polis Haftası etkinlikleri nedeniyle” oyunu seyreden “150 polis” de mekândan fırlamış; tiyatro karışmıştı…
Sahneyi gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz?
Protokol sırasındaki bir dizi koltuk boşalıyor…
Aynı anda yangın çıkmış gibi salondaki 150 polis -bire bir kendilerini hakarete uğramış addettiklerinden!- dışarı çıkıyor. Ve “dünya görmüş” ,“sanatsever” kızımız, oraya bilet alıp gelen tiyatro izleyicilerine verilen bu acayip rahatsızlığı zerre kadar kale almadan, sonra bize “sanat” ve “sanatçı” hakkında ders veriyor…
Kendinizi o gece orada, o tiyatroda düşünebiliyor musunuz?
O temsilin tadı tuzu kalmış mıdır? Oradaki insanlar, ardından ikinci perdeyi acaba hangi ruh haliyle seyretmiş; sahnedeki sanatçılar hangi moralle oyuna devam etmiştir?
Sümeyye Hanım’ın açıklamasında; “Diğer izleyicilere verdiğimiz rahatsızlıktan üzüntü duydum!” tarzı tek satır yok. “Facebook” açıklaması yalnız, aktör Tolga Tuncer ve Tuncer’i sahiplenmeye yeltenecek olanlara “had bildirmek” üzerine kurgulanmış.
Sümeyye Erdoğan için başkaları mefhumu yok...
‘Kaz fıkrası’ gibi
Erdoğan ne olmuş da bu kadar incinmiş?
İnternete girip baktığınızda, türlü yorumla karşılıyorsunuz…
Gazetelerin birinci sayfalarında görmeye değer bulmadıkları skandal interneti yıkıyor!
“Sümeyye Erdoğan tiyatro” sözcüklerini yazdığınızda, karşınıza 600 bini aşkın site çıkıyor...
Tolga Tuncer’e nedense kimse mikrofon uzatmamış... Meselenin sadece Sümeyye Erdoğan cephesinden aktarılan boyutuna vakıfız.
Başta “müstehcen hareket” diye tarif edilen hadisenin.. gerçekte Sümeyye Hanım’ın sakız çiğnemesinden kaynaklandığı; aktörün buna -“interaktif” doğaçlama bölümünde- “sakız çiğneme taklidiyle” karşılık vermesi, hanımefendinin bunu derhal “türbana hakaret” düzlemine çekerek “150 kişilik polis izleyiciyle” mekânı terk etmesi şeklinde geliştiğini anlıyoruz…
Ünlü “kaz” fıkrası gibi…
“Hava bulutlu!” diyen adama arkadaşı “Vay sen bana nasıl kaz dersin!” diye çıkışmış ya!
Adam ne kadar “Bunu da nereden çıkardın?” diye dil dökse, dostunu ikna edememiş:
“Bulut dediğin yağmur, yağmur dediğin göl olur; gölde kazlar yüzer. Sen bana kaz dedin!”
Türban hikâyesi de biraz artık bu “kaz” fıkrasına benzemedi mi?
Nilgün CERRAHOĞLU
Cumhuriyet
Hiç yorum yok...