Taksim Gezi Parkı protestolarının giderek iktidara muhalif bir siyasal içerik kazanarak, tüm yurda yayılmasının ardından, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyük kentlerde park toplantıları yapılmaya başlandı.
Forum adı verilen bu açık hava toplantılarında, demokratik taleplerin yanı sıra, siyasal talepler de dile getirildi.
Genelde, TBMM de temsil edilen siyasi partilerin bu toplumsal muhalefete önderlik edemeyeceği düşüncesi egemen olmakla birlikte, mecliste temsil edilmeyen herhangi bir siyasal partiye de yakınlaşma olmadı.
Bu forumların çoğu kendilerini “halk meclisi” olarak adlandırdı; bazı forumlarda, “partileri bırakalım, gençliği dinleyelim, her bölgeden bağımsız aday çıkaralım” eğilimi ağır bastı.
Kimi siyasi çizgilerin ön plana çıkmaktan kaçınarak, bu forumların inisiyatifini elinde tutma girişimleri de başarılı olmadı.
Ankara’da toplanan on bir forumun hazırladığı rapordan anlaşıldığına göre bugün gelinen nokta, bugüne kadar forumlarda gündeme getirilen görüş ve önerilerin rapor haline getirilmesidir.
Forumların birlikteliği, ilk bakışta, oldukça heyecan verici ve ciddi bir oluşum gibi görünmektedir, ancak bu hareketin veya kendi tabirleriyle halk meclislerinin, hedeflerine ulaşması acaba ne kadar mümkündür?
Açıkça söylemek gerekirse, bu pek de mümkün görünmemektedir.
Bunu söylemek, umutları kırmak, toplumsal muhalefeti iyi kavrayamamak olarak nitelendirilmemelidir.
Tersine, doğru tedavi için doğru teşhis çabası olarak değerlendirilmelidir.
Zira dünyanın hiçbir yerinde, doğru bir siyasal önderliğe sahip olmadan hiçbir toplumsal muhalefet hareketinin hedefine ulaştığı görülmemiştir.
Özellikle, güçlü ve halkın önemli bir bölümünün desteğini alan siyasi iktidarlara karşı olan bir toplumsal muhalefetin, mutlaka ve mutlaka dünya ve ülke konjonktürünü iyi analiz eden, atacağı adımın hesabını kılı kırk yararak yapan, strateji ve taktik uygulamalarını eksiksiz planlayabilen bir siyasi önderliğe gereksinimi vardır.
Bugün ülkemizdeki toplumsal muhalefeti sürükleyecek bu niteliklere sahip bir siyasi önderliğin var olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.
Ne var ki bu durum, böyle bir siyasi önderliğin gerekliliğini ortadan kaldırmamaktadır.
1980 öncesi toplumsal muhalefetinin, gerek parlamento içi ve dışı muhalefet partilerinin gerekse, siyasal önderlik iddiasında bulunan gençlik hareketlerinin deneyimleri iyi irdelendiğinde, bu konuda alınacak oldukça fazla ders olduğu görülecektir.
Doğru ve meşru bir siyasi önderlik olmadan, parklarda forumlar yapıp halk meclisleri oluşturmak, kimse kusura bakmasın ama havanda su dövmek olacaktır.
Hiç kimsenin, gelişen ve dalga dalga yükselen muhalefeti, ütopik uygulamalarla hüsrana uğratmaya hakkı olmamalıdır.
O nedenle, bu forumlarda ivedilikle siyasal önderlik konusunda karara varılmalıdır.
Karara varılmasından anlaşılması gereken, illa ki, parlamento içi veya dışındaki muhalif siyasal partilerden birisinin tercih edilerek desteklenmesi değildir.
Bu elbette ilk akla gelen ve kolay uygulanabilir olandır, ancak eğer bu olamıyorsa, mevcut muhalefet partilerinin, “asgari müştereklerde” birliktelik sağlanabilenleriyle,“güç ve eylem birliğine” gidilmesi de söz konusu olabilmelidir.
Aksi halde, forumlarda halk meclisleri kurup, siyasi partilere ve önderliklere karşı çıkılarak başarıya ulaşılmasını beklemek, hayalciliğin ötesinde, olan “aynı şeyi ikinci kez yapıp farklı sonuç beklemek” olacaktır ki, bunun ne anlama geldiğini de Albert Einstein yıllar önce söylemiştir.
Mustafa T. Turhan
Hiç yorum yok...