“Ne atom bombası /ne Londra konferansı /bir elinde cımbız /bir elinde ayna /umurunda mı dünya.” demişti Orhan Veli.
ABD ve AB’nin durumu da bundan farksız.
“Sözcükler” adlı edebiyat dergisinin Nisan sayısında ünlü Fransız düşünürü Jean Paul Sartre’nin, 1967 yılında Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde yaptığı konuşma yayınlanmıştı.
İngiliz filozof Bertrand Russel başkanlığında yirmi beş kişilik kuruldan oluşan mahkemenin tek Türk üyesi de, dönemin İşçi Partisi Başkanı Mehmet Ali Aybar idi.
Mahkeme ABD’nin Vietnam’da yaptıklarını araştırarak dünyaya duyuracakmış.
Yazıda, ABD’nin, Russel ve arkadaşlarının iddialarını ciddiye almadığı anlatılırken, savunmaların dünyada büyük yankılara neden olduğu anlatılmaktadır.
Mahkemede Sartre’nin Nazi Almanya’sının Yahudilere karşı uyguladığı soykırım ile ABD’nin Vietnem’da yaptıkları konusundaki benzerlikler anlatılırken; “Bir Yahudi nereli olursa olsun, silahlı mücadele içinde olsun, ya da olmasın, sadece bir Yahudi olduğu için öldürülmeliydi.” denilmektedir.
Şimdi, adata yarışırcasına Ermeni soykırım tasarılarını kabul eden ülke yönetimlerine sormak gerekir. Bu adamlar 1967 yılında Ermeni soykırım iddialarını bilmiyor muydu? O zaman neden gündeme gelmemişti? Nereden çıktı bu soykırım meselesi!
Sartre’nin savunmasına 1915 olaylarının neden olmadığı ortadadır. Belki de, soykırımı tanımlayan 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesinin 2. maddesine uyan bir nokta bulamamışlardır. Sartre’nin mahkemeye sunduğu ifadeleri Kızılderili, Vietnamlı, Cezayirli, Iraklı ve Afganlıları katledenler okumamış olabilir, ancak bizim entel aydınlarımız ile 24 Nisan’da ilk kez İstanbul’da yaptıkları gösterilerde ”içimiz sızlıyor” diyerek açıklama yapanlar ve Pentagon raporlarını tercüme ederek gazetecilik yaptıklarını sananlar mutlaka okumalıdır.
Bunları söyleyen ABD ve AB’liler değilmiş gibi Ortadoğu’da yaratılan bu politikalardan hiç mi şikâyetleri yok. Bugün iş başında bulunan Netenyahu hükümeti sayesinde Yahudi olmak korku veren bir şey halini almıştır.
Bu canavarı yaratanlar her halde bu durumdan pek memnun değiller.
Gazze’ye giden gemilere yapılan saldırılarla insanlık dışı bir girişim olurken, İsrail Türkiye dostluğunu kaybetmiştir. Peki, “insani yardım” filosunu düzenleyenler, Hamas ve El kaide’nin İsrail’in can düşmanı olduğunu bilmiyor muydu? Bütün bu olanlardan sonra, Birleşmiş Milletler ister kınama versin, ister vermesin İsrail uluslar arası alanda ciddi bir meşruiyet sınavı verirken, Ortadoğu’da korsanlık yapmaya kalkan İsrail, Türkiye açısından, hatta batılılar açısından gelecek için bir sorun olacaktır. Bunun kanıtı, alelacele bir Ermeni soykırım tasarısını parlamentoya taşımışlardır.
Soykırım iddialarını tanıyan; Uruguay, Kıbrıs Rum Kesimi, Arjantin, Rusya, Kanada, Yunanistan, Lübnan, Belçika, Vatikan, Fransa, İsviçre, Slovakya, Hollanda, Polonya, Almanya, Venezüella, Litvanya, Şili, İsveç ve tasarıyı kongreden geçirmeyi planlayan ABD ile bu sayı 21’e yükselmişken İsrail çıkarsa ne olur çıkarmasa ne olur dememek lazım.
10 Ekim 2009 tarihinde Zürih’te Ermenistan ve Türkiye Dışişleri Bakanları tarafından imzalanan ve içeriğinde; “diplomatik ilişkilerin kurulması ve geliştirilmesine” dair protokollerin onay süreci işlemeyecektir.
Her ne kadar Washington’dan gelen haberlerde sorumlu tarafın Türkiye olduğu söylense de, Obama yönetimi protokolün, işgal altındaki Karabağ konusunda kongreye sunulacak olan “soykırım tasarısı” kartıyla Türkiye’yi Azerbaycan’ı ikna etmemekle (edememekle) suçlarken,politika belirsizliği içinde yaşayan Türk hükümeti ise ikili bir sıkıntı süreci yaşamaktadır.
AKP hükümetinin belirsiz politikaları yüzünden, Türkiye yaz aylarıyla birlikte dışarıdan ve içeriden vurulurken, her iki cephede kredi notu düşmektedir. Muhalefet ise bu kartları ters yüz edeceğine gündemi arkadan izlemekle meşguldür.
Açılımlar sürecinde azan terör iki ayda elliye yakın can alırken, “Güzel şeyler olacak” sözlerindeki hamaset fotoğrafa dönüşerek mevzide diz çökecektir.
Tuncer Kırhan
Çayyolu Haber Bülteni
Hiç yorum yok...