Haberler


ŞİMDİ ANAYASA ZAMANI
  • Yorumlar: 0
  • 03 Ekim 2007 22:07
  • Haber kategori: Çayyolu
  • Ekleyen:
  • Ziyaretler: 1918
  • Son Güncelleme: -/-
  • (Güncel Beğeni 0.0/5 Yıldızlar) Toplam Oylar: 0

ŞİMDİ ANAYASA ZAMANI

0 0

Geride kaldı sıcak ve kurak bir yaz. Öyle ısındı ki “kürre-i arz” , yandı kavruldu dört taraf. Yalnızca ormanlar yanmadı, ekinler de tarlada yandı. Çaylar dereler kurudu, çekildi göller. Barajların dibi göründü.

Neyse ki artık güz, önümüz kış. Umudumuz yağmurda, karda. Umudumuz gelecek baharlarda.

Küresel ısınma olur da, siyasal ısınma kalır mı geri? Öyle sıcak, öyle sıcak geçti ki yaz... Önce bayraklı mitingler. Gök kırmızı, yer beyaz. Sanırsınız, bayrak açtı meydanlar. Sonra seçim afişleri, pankartlar. Vaatler, vaatler... Kimi partiler sandıkta kaldı, kimi adaylar liste dışında. Yaya kalan liderler oldu, şaşa kalan liderler gibi. “Yola devam” dedi AKP’ye yine halk. Yola devam ki, yürünecek çok yol var... Haydi öyleyse: Rap! rap! rap!

Yürümek, koşarcasına. Yürümek, çağları aşarcasına... Ancak, sağlam olmalı pusula, yolu şaşırmamalı rehber. Hep birlikte, kardeşçesine ve türküler söyleyerek... Fakat, yanılıp yakılarak, Bitlis’imizin bir türküsündeki gibi “Giderem Van’a doğru, yolum İran’a doğru” sözü şiar edilmeden yürünmeli bu yol. Elbette Van’a gidilecek, gidilmeli, gidildi de.

Yürünürken bu yollar, akıldan çıkarılmamalı; millet oyların %47’sini verirken seçim sistemi de milletvekillerinin %62’sini istikrar için verdi. Bu yollar İran’a, Malezya’ya çıkar mı kaygılarını derhal dağıtmak gerek.

Yanlış yapılmasın oyların hesabı. Bu oylar “daha güzel bir Türkiye” umudu için verildi. Daha fazla demokrasi, daha fazla insan hakları, huzur için verildi. Daha çok sosyal barış, daha çok kardeşlik, daha çok iş, aş ve refah beklentisi var bu oylarda...

Gerçekten “adalet” istiyor bu halk, gerçekten “kalkınma” istiyor. Bu kavramların, içi boş sözcükler olarak yalnızca partinin adında kalmaması gerek.

Ülkenin gündemini türbanla ve laikliği sulandırma tartışmaları ile heder etmemek gerek. YÖK’ü yok etmenin, “yargı ”yı “yürütme”ye kurban etmenin zorlama formülleriyle doğru çözümler olmaz. Yeni krizlere davetiye çıkarılmaz.

Güller Açtı Çankaya’da
Millet 22 Temmuz 2007’de vekillerini seçti. Vekiller ki bir kısmı yıllanmış, üçüncü beşinci kez seçilenler var. Bazı vekillerin de çiçeği burnunda. Ant içti milletin vekilleri ve 28 Ağustos’ta 11.Cumhurbaşkanını seçti. Güller solmaya başlarken sıcaktan yanarken memleketin bahçelerinde, ikinci kez aşılanan bir gül açıverdi Çankaya’nın en büyük bahçesinde. Osmanlı’nın “Lale Devri ” ne nispet, hayırlısıyla “Gül Devri”mi başladı ne?

Türkiye’nin gündeminde şimdi yeni anayasa var. “Eskisinin suyu mu çıktı?” derseniz bu kuraklıkta, hakkınız var. Aslında suyu çıkan tek anayasa değil ki bu, görelim bakalım bu kaçıncı anayasa.

Anayasaların Anası: Kanun-ı Esasi
Batının dayatmalarıyla yapılan Tanzimat ve Islahat düzenlemelerini saymazsak, ülkemizin anayasal geçmişi 131 yıl önce başlar. Mithat Paşa ve arkadaşları tahta yeni çıkan II. Abdülhamit’e 23 Aralık 1876’da ilk anayasayı (Kanun-ı Esasi ) kabul ettirirler. Ettirirler ettirmesine de, daha bir yıl geçmeden Osmanlı ile Rus tutuşmaz mı savaşa (93 Harbi )? II. Abdülhamit’in de tepesi atmaz mı? Kaldırıverir Kanun –ı Esasi ’ yi rafa, tatil eder Meclis-i Umumi ’yi. Öyle bir tatil ki tam 30 yıl süren bir “Devr-i İstibdat ”...

Osmanlının ilk anayasasının mimarı olan Mithat Paşa’yı sorarsanız eğer; azıcık hürriyet ve kısa süren bir sadaret uğruna işinden de olur, aşından da. Sürülür “diyar-ı küffar”a... Padişah bu, yatışır mı öfkesi öyle kolay? Getirtir bir bahaneyle Paşa’yı payitahta; tutuklatır ve eski padişahın (Abdülaziz) kuşkulu ölümünden sanık olarak özel bir mahkemede yargılar. Önce idam cezasına çarptırılır Mithat Paşa, sonra müebbede çevrilir cezası ve gönderilir Taif zindanına. Orada boğdurularak öldürülür (12 Mayıs 1884 ).

30 yıl süren “Devr-i İstibdat”ın baş düşmanı ve Türkiye’nin 1908 kuşağı idi Jön Türkler. Haykırdılar durmadan “Ya Hürriyet, Ya Ölüm !”... Bağırdılar hep birlikte
“Ya Kanun-ı Esasi, Ya Ölüm!”... Hürriyet demek, Kanun-ı Esasi demekti. Hürriyet yoksa eğer, ölmek gerekti.

Mecbur kaldı Padişah, 23 Temmuz 1908’de indirdi Kanun-ı Esasi’ yi raftan.

Kanun-ı Esasi gelir gelmesine de, hürriyet gelmez bir türlü.... “Yaşasın Hürriyet ” nidaları yankılanırken henüz, 31 Mart Ayaklanması (13 Nisan 1909) gelmez mi? Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu’nun harekatı ile bastırılır isyan ve indirilir II. Abdülhamit tahttan (27 Nisan 1909 ).

Jön Türkler’ in partisi olan İttihat ve Terakki, yaşanan bunca musibetten sonra ve “hürriyet” aşkına değiştirir Kanun-ı Esasi’nin bir çok ahkamını. Padişahın yetkileri iyice kısılır. Meclisi feshetme ve dilediğini sürgün etme yetkisi kaldırılır. Angarya yasaklanır... Yine de gelmez gerçekten “ol didar -ı hürriyet”. Hatta kimine göre, “Hürriyet diye diye, debelenir hürriyet... ”

Üstüne üstlük, önce Trablusgarp (1911), arkasından Balkan Savaşları (1912-1913) çıkmaz mı? Osmanlı’nın Afrika’daki son toprağı ve Doğu Trakya dışındaki tüm Balkan toprakları ile Ege’deki adalar elden çıkmaz mı?

Bu süreçte iki de askeri müdahale yaşanır. Birileri gider yine, birileri gelir. İlkinde (Halaskaran Zabitan Hareketi ) yenilgilerin sorumlusu sayılan İttihat ve Terakki iktidardan düşer (22 Temmuz 1912). İkincisinde ise, Edirne’nin Bulgarlar’a bırakılacağının duyumu ve endişesiyle hükümet kanlı bir baskınla (Babıali Baskını) devrilir. İktidar yine İttihatçılara geçer(23 Ocak 1913).

... Ve yaraları hala kanayan bu savaşlara rahmet okutan savaş, Osmanlı’nın sonunu getiren I.Dünya Savaşı (Harb-i Umumi) gelir çatar. Ama ne çatma; Türkü, Kürdü, Çerkezi, Lazı yüz binlerce vatan evladı Sarıkamış’ta, Çanakkale’de, Filistin’de, Kanal’ da, Basra’da, Yemen’de oluk oluk kan dökerken, Dersaadet’te (İstanbul) saadetten eser yoktu... Osmanlı’nın üstüne çöken kabusun şifresi sanki Kanun-ı Esasi’de saklıymış gibi değiştirildikçe değiştiriliyordu. 1914’de, 1915’de, 1916’da (üç kez) ve 1918’de Kanun-ı Esasi “tadil” ediliyordu. Meclisin tatili bitince, anayasanın tadili başlıyordu.

Öylesine çok önemsenmişti ki Kanun-ı Esasi, sanki yıllardır tutsak kalıp, son anda çıkıp gelen bir sevgiliydi. Hem anaydı, hem ata. Hem arkadaştı, hem yar...

Bir yandan da küçüldükçe küçülüyordu ülke, diyar diyar... İmparatorluk topraklarının dörtte üçü birkaç yılda uçup giderken elden, Kanun-ı Esasi’nin orasını burasını değiştirmek ülkeyi yönetenlerin en önemli uğraşı olmuştu. İmparatorluk sizlere ömür, elden gitmişti... Ama Kanun-ı Esasi eldeydi çok şükür.

Yeni Devlet Yeni Anayasa
Osmanlı’nın küllerinden yeni bir devlet çıkartmaya çalışan Mustafa Kemal ve arkadaşları önce kongreler yaptı, sonra Ankara’da bir meclis topladı (23 Nisan 1920). Adına Türkiye Büyük Millet Meclisi dediler. Bu meclis bir yandan tarihin ilk antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’nı yürütürken, kuruluş sürecindeki yeni Türkiye Devleti’nin ilk anayasasını da (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) yapıvermişti bu arada (20 Ocak 1921). Bu anayasa, yaşanan savaş koşulları gerektirdiği için, meclis hükümeti, güçler birliği gibi çağdaş demokrasi anlayışına aykırı nitelikler taşımasına karşın, halkların kardeşliğini savunan demokratik bir öze de sahipti.

Ya Kanun-ı Esasi, o uğruna nice ölümlere gidilen ilk göz ağrısı? O, Osmanlı’nın anayasasıydı, ama ilga edilmemişti. Şimdi ortada iki anayasa vardı.

Cumhuriyet’ in İlk Anayasası
Kurtuluş Savaşı kazanılmıştı. Saltanat kaldırılmış, Cumhuriyet ilan edilmişti. Türkiye Cumhuriyeti bir devlet olarak Lozan’da “yedi düvel”e kabul ettirilmişti. Süreç içinde laik devlete geçişin de bir gereği olarak hilafetin kaldırılmasıyla sıra yeni bir anayasanın yapılmasına gelmişti.

TBMM yeni Türkiye Devleti’nin ikinci, Cumhuriyet’ in ilk anayasası olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu yapmış ve 20 Nisan 1924’de yürürlüğe girmişti. 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun yerini alan bu anayasanın 104. maddesi ile Osmanlı’dan kalan Kanun-ı Esasi de artık mülga idi (yürürlükten kaldırılmıştı).

1924 Anayasası kesintisiz olarak 27 Mayıs 1960 kadar yürürlükte kaldı. Bu dönemde M. Kemal Atatürk (1923-1938), İsmet İnönü (1938-1950) ve Celal Bayar (1950-1960) Cumhurbaşkanlığı yaptılar.

1876 Anayasası’nın ilanı ile ilgası arasında 47 yıl olmasına karşın, rafta tozlandığı 30 yıllık “Devr-i İstibdat” ve 1918-1921 arasındaki işgal yılları göz önüne alındığında, uygulanması anlamında 1924 Anayasası kadar uzun ömürlü olmadığı da bellidir.

Darbeler ve Apoletli Anayasalar
Yıllarca “devrim” olarak adlandırıldıktan sonra, bir “askeri darbe” olduğuna hem fikir olunan 27 Mayıs sürecinde atanmış üyelerden bir “Kurucu Meclis” oluşturuldu. Bu meclisin hazırladığı anayasa 9 Temmuz 1961’de halkoyuna sunuldu. % 61.5 “Evet” oyuyla Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni anayasası oldu.
Her anayasa gibi, 1961 Anayasası da geçmiş döneme tepki niteliğinde birçok madde içerir. Bu nedenle bu anayasanın savunanı da, saldıranı da çok olmuştur. Özellikle CHP ve daha solundakilerin beğenisini kazanırken, bir darbenin ürünü olması, Yassıada uygulamalarının ve 1950-1960 Dönemi’nin başbakanı Adnan Menderes ile iki bakanının ( Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan) idamı ile sonuçlanan bir sürecin anayasası oluşu, kapatılan DP’ye ve onun yerini doldurmaya çalışan partilerin yandaşlarına antipatik gelmesi için yeterli neden olmuştur.

Sağdaki oyların adresi olarak siyaset sahnesinde yerini alan AP’nin 1965 ve 1969 seçimlerinde tek başına iktidar olacak kadar büyük oy alması ile 1961 Anayasası’nın da suyu iyice ısınmıştı.

AP iktidarda iken 12 Mart 1970’de bir “muhtıra” veren generaller hükümeti düşürdü. Dönemin başbakanı Süleyman Demirel şapkasını alıp gitti... Bundan sonra da o ünlü şapkasına bir türlü sahip çıkamadı; hatıra niyetine alan kaptı, kapan kaçtı.

12 Mart sürecinde partiler üstü hükümetler kuruldu. 1971 ve 1973’de anayasa da bu muhtıradan payını aldı. Anayasanın dörtte biri değiştirildi. “Bol” gelen yerleri bir güzel daraltıldı. İyice “tebdil” ve “tağyir”edildi. Ancak meclis marifetiyle yapıldığı için bu tebdil ve tağyirat “meşru” idi. Ne var ki 12 Eylül 1980’de yine “meşru” sayılan yeni bir askeri darbe ile bu anayasa tamamen “ilga” edildi.

Böylece 1961 Anayasası yapılan bütün daraltmalara karşın dikiş tutmamış, 19 yıl yürürlükte kaldıktan sonra tarih raflarındaki yerini almıştır.

Bu 20 yıllık dönemin Cumhurbaşkanları da yaşanan sürece uygun olarak en yüksek rütbeli generallerden seçilmiştir(!): Orgeneral Cemal Gürsel (1960-1966) , Orgeneral Cevdet Sunay (1966-1973) ve Oramiral S.Fahri Korutürk (1973-1980). Korutürk’ ün süresi henüz dolmadan sağlığı bozulunca Cumhurbaşkanlığına İhsan Sabri Çağlayangil vekalet etmiştir. Bu arada yeni cumhurbaşkanını seçmek amacıyla TBMM ’de yapılan yüzlerce oylamadan sonuç alınamamış, oylamalar ciddiyetten uzaklaşmış, cumhurbaşkanlığı seçimi tıkanmıştı.

Platon 2400 yıl önce ne demişti, hatırlatalım: “Yasalar örümcek ağına benzer; sinekler takılır, arılar deler geçer...”

12 Eylül 1980 darbesinin baş arısı kimdi?

Orgeneral Kenan Evren... Peki, ya başarısı?

Ben hatırlayamadım herhangi başarısını, bir hatırlayan var mı?

Evren şimdilerde Armutalan’daki villasında bir yandan emekliliğin keyfini çıkarırken, fırsat buldukça resim yapıyormuş. Hande Ataizi’nin yağlı boya tablosunu da yaptığı söyleniyor. Bu uğraşında ne kadar başarılı, onu da bilmiyorum...

Bugünlerde bir elinde fırça, diğerinde palet var diyorlar Evren’in. “Netekim” 12 Eylül 1980’de ve izleyen süreçte ipler O’nun elindeydi. Yanında kuvvet komutanları vardı. Dördü orgeneral, biri oramiraldi... “Beşi bir yerde” ekranı dolduruyorlardı. “Netekim” Evren Paşa bu grubu “Ben ve konsey arkadaşlarım” diye tanıtıyordu. Konsey arkadaşları ile birlikte karar verip bir cumhurbaşkanını bile seçememiş, kardeş kavgasını önleyememiş sivillerden yönetimi almışlardı. Bir türlü rayında gitmeyen demokrasiye “dur ” demişler, çok sıkıyönetim ilan etmişlerdi.

Yine, yeniden başlamıştı ara rejim... Televizyon ve radyolarda kahramanlık türküleri okunuyordu. Arada vatandaşlıktan çıkarılanların ve arananların, ölü veya diri ele geçirilenlerin listesi okunuyordu. Durmamıştı bir türlü akan kan. Bir savaş olsa, ancak bu kadar akardı, damarlarda durmak bilmeyen kan...

12 Eylül anayasal düzene son verip, yeni anayasa hazırlanıncaya kadar Konsey kararları ile ülkeyi yönetti. Sonra bir “Danışma Meclisi” oluşturuldu. Profesör Aldıkaçtı’ ya ısmarlanan 177 maddeli ve birkaç ek maddeli anayasa Danışma Meclisi’nden geçip halkın oyuna sunuldu. O günlerde kime sorsanız “hayırda hayır vardır” diyorlardı ama, 7 Kasım 1982 ’de halkımızın % 91.37 “ Evet” oyu ile nur topu gibi bir anayasamız oldu.

1982 Anayasası’nın geçici ek maddelerine göre Milli Güvenlik Konseyi üyeleri yaptıklarından hiçbir şekilde sorumlu tutulamayacaktı... Ve, her kim bu anayasaya “Evet” demişse, Orgeneral Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı olarak seçilmesine de “Evet” demiş oluyordu. “Netekim” Evren Paşa iki yıl iki aydır fiilen el koyduğu devlet başkanlığına ek olarak 7 Kasım 1989 tarihine kadar 7 yıl süre ile Türkiye’nin 7. Cumhurbaşkanı oluyordu. Oldu...

Sonra sivil cumhurbaşkanları dönemi başladı. Önce 8.Cumhurbaşkanı olarak Turgut Özal (1989-1993) , O’nun süresini tamamlayamadan ölümü nedeniyle 9.Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel (1993-2000) ve 10.Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer (2000-2007) görev yaptılar.

28 Ağustos 2007’de de Çankaya’da “Gül Dönemi ”başladı. Abdullah Gül AKP milletvekillerinin bütün oylarını alarak Türkiye’nin 11.Cumhurbaşkanı seçildi. Eşinin türbanlı oluşu nedeniyle, her ne kadar herkesin içine sinmeyip, Çankaya’ya yakıştırılmadıysa da, O şimdi Çankaya’da. Dileriz ki uğraşında başarılı olsun, seçene de seçmeyene de hayırlı olsun.

1982 Anayasası’na “Bu anayasanın hiçbir maddesi Konsey üyeleri hayatta oldukça değiştirilemez” maddesi konulmadığından, belki de unutulduğundan bu anayasa da zamana yenik düştü. Kurtaramadı zamanın amansız pençesinden kendini. Yeni yasama dönemine kadar tam 65 maddesi değiştirildi.

Bu anayasa en çok kime dokunmuşsa, onlar tarafından değiştirildi. Özellikle Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki 57. Hükümet ile R.Tayyip Erdoğan’ın 59. Hükümetinde büyük değişikliklere uğradı. Tarihin vefalı kollarına uğurlanması da 60. Hükümetin gündeminde ilk sırada yer alıyor.

Anayasa Sivillerini Giyiyor (mu?)
Aslında 1982 Anayasası biraz daha değiştirilse zaten yepyeni bir anayasa olacaktı. Ama adı “1982 Anayasası ” olarak kalacaktı. Belki de bu nedenle AKP uzlaşma aramadı partiler arasında. Arkasında giderek artan oy desteğini de gördükçe “niye bizim de bir anayasamız olmasın” diye düşündü... Her devrin bir anayasası olmuyor muydu? Şimdi devran AKP ’nindi, AKP’ nin de yaptığı bir anayasa olmalıydı.

Bu kez Profesör Özbudun’a sipariş verildi. Ölçüler alındı, model kararlaştırıldı. Birkaç prova, birkaç toplantı, taslak tamamdı.

Birileri görmüş olmalı ki taslağı, koptu gürültü kıyamet.

Bu memlekette dört, beş yılda bir oyuna başvurulan halk pek sevmez konuşmayı. Aslında derin düşünmeyi de sevmez. Söz dinler genellikle, ama konuşma sırası hiç gelmez. Az verirler, çok sayar. Kanaatkardır, şükreder. Kandırıldığını anlarsa, kırılır küser. Verdiği oya kahreder.

Bu halkın içinde, işler yolunda değilse eğer, uykusu kaçanlar da var... Kulağına su kaçanlar da var... Yan gelip yatmayanlar da var... Konuşan, düşünen, yazan, çizen şeytanın ayrıntıda gizlendiğini bilenler de var... Bunlar hem kanmaz, oyunu vermez; hem de göz verir, ışık vermez.

Siz, siz olun yönetenler; halkın bu kesimlerinden birini “milli irade”sayıp başınıza taç, diğerini dış kapının mandalı sayıp gönülden ırak tutmayınız. Çok iyi bilirsiniz ki, demokrasilerde sayısal çokluk tek başına belirleyici değildir. Hatta çoğunluk tek başına egemen değildir.

Galiba çekildi gürültü koparan taslak. Şimdi kim bilir nerede, başka taslaklar taslaklaşıyordur herhalde. Mutlaka çıkacak ortaya yeni bir taslak; üzerinde konuşulup tartışılacak... Bazı maddeleri çıkarılacak, bazıları değiştirilecek. Bazı maddeler de eklenecek hiç kuşkusuz 2008’in ilk aylarında belki de yeni bir anayasamız olacak.

Bu süreçte neler yapılmalıdır, nelerden kaçınılmalıdır, dikkat etmek gerek. Örneğin, “Ananı da al, git!” demek ne kadar yakışıksızsa, “Anayasanı da al, git !” demek de şık olmaz.

Dilin kemiği yoktur. Özellikle siyaset alanında dili etkin olarak kullanmak, dilin etiğine de mantığına da uygun konuşmak gerek.

Gelelim yeni anayasanın olması ve olmaması gerekenlerine. Öncelikle, çok telaffuz edilen “sivil” niteliğine denilecek sözümüz yok. “Apoletli” anayasaların dönemi bitmiş olmalı artık. Yalnız, 22 Temmuz’ da oy veren, öteden beri de gönül veren ve % 47 ’nin içinde yer alan bir kesimin radikal heveslerini okşamak için ölçüyü de kaçırmamak gerek. Aksi takdirde, bırakın % 47’nin tümleyenini, % 47 kümesinin önemli bir bölümünü de arkanızda değil, karşınızda bulursunuz. Unutulmasın ki, bugün arkasında ciddi bir destek kalmayan 1982 Anayasası 25 yıl önce % 91.37 halk desteğine sahipti.

Taslak halindeki anayasanın “sivil” olması, duyulan tüm kaygıları giderir mi, bütün kusurlarını örter mi?

I.Cumhurbaşkanımızdan itibaren çağı yakalamayı hedefleyen Türkiye’nin anayasası toplumun bütün kesimlerini kucaklasa, bütün etnik kimliklere aynı yakınlıkta olsa, çeşitli kaygılar yerine güven ve bağlılık duygularını yeşertse daha sağlıklı olmaz mı?

Sonuç
Kesinleştiğinde “2008 Anayasası” adını alacağı belli, ömrünün ne kadar olacağı belirsiz olan bu anayasa taslağına, çoğunlukla görmeden, okumadan, yalnızca kaygı verici duyumlara ve yorumlara dayanarak yakıştırılan adları duydunuz mu?

Ben bir kısmını duymamışımdır mutlaka, siz de bazılarını duymamış olabilirsiniz. Bakınız ne adlar yakıştırılıyor yeni anayasa taslağına:

  • Çok duyulan bir ad: TÜRBANYASA

  • Gerçekleri görmediğini ima eden ad: AMAYASA

  • Kapağının rengini değil, arkasındaki partiyi çağrıştıran ad: AKYASA

  • Avrupa Birliği’nin dayatmalarıyla ilişki kuran ad: ABYASA

  • İş dünyasının desteğini yansıtan ad: PİYASA

  • Bu taslağın yasa olamayacağını hayret belirterek ifade eden ad: Aaa, NAYASA

Nasıl, önerilen adları beğendiniz mi?

Ben çok güzel bir anayasamız olsun istiyorum. Toplumumuzun bütün bireylerini kucaklayan bir anayasa... Yeni tepkiler doğurması kaçınılmaz olan bir tepki anayasası değil.

Sağlıcakla kalınız.

Azmi GÜNDOĞDU
azmigundogdu@gmail.com

Paylaş
  • Twitter
  • del.icio.us
  • Digg
  • Facebook
  • Technorati
  • Reddit
  • Yahoo Buzz
  • StumbleUpon

Hiç yorum yok...

Bilgi! Maalesef sadece kayıtlı ve giriş yapmış kullanıcılar yorum gönderebilir. Giriş yapın veya Kayıt olun.