Dinin, siyasete, başka bir deyişle, devlet yönetimine müdahalesi veya devleti yönetenlerce siyasette kullanılması doğu toplumlarında her daim sorun olmuştur ve olmaya devam etmektedir.
Batı toplumları, dinin temsilcisi konumunda olan kilisenin baskısını, ta 15.-16. yüzyılda Martin Luter önderliğinde başlatılan ve giderek tüm Avrupa ülkelerine yayılan ve tarihte “Reform ve Rönesans” hareketleri olarak bilinen akımla aşarak, modernleşme sürecine girmiştir.
Ancak, daha çok İslam dininin yaygın olduğu, az gelişmiş veya gelişmekte olan doğu toplumlarında din, hala siyasete egemendir ve bu toplumların siyasetçileri de, siyasette dini kullanmaya çok heveslidir.
Bunun örneklerini İslam dininin egemen olduğu hemen bütün ülkelerde görmek mümkündür.
Arap baharı adı altında sözde reformlar yapılan Libya, Tunus, Mısır gibi Arap ülkeleri, mezhepsel ayrılıkların körüklenmesiyle iç savaş yaşatılan Suriye ve uyduruk bahanelerle emperyalistlerce müdahale edilen Irak gibi Orta Doğu ülkeleri bu durumun en somut örnekleridir.
Yıllardır, birbirlerini yiyen Pakistan’ı, İnsanlık adına yüzkarası tabloların eksik olmadığı Afganistan’ı ve istikrar içindeymiş gibi görünse de, insan hak ve özgürlüklerinin olmadığı karanlıklar içindeki İran’ı söylemeye bile gerek yoktur.
Bize gelince, batı ile doğu arasında sıkışıp kalmış bir ülke olarak, hali pür melalimiz yoruma gerek duyulmayacak kadar ortadadır.
Yıllardır siyasetin ne üzerinden yapıldığı ve bugün nereden nereye gelindiği bellidir.
Adlarını saydığımız ülkelerden farklı olmamızın temel ölçütü olan, Atatürk ilkeleri, laiklik ve cumhuriyetçilikten uzaklaştıkça, dinin egemen olduğu sıradan bir doğu toplumu olma yolunda hızla ilerlediğimiz tartışmasızdır.
İçinde bulunulan bu tablo, cumhuriyeti ve laikliği içine bir türlü sindirememiş ve başından beri bu ikisine direnmiş olanlar için başarı sayılabilir.
Bu anlamda geçmişin devamı olduğunu iddia eden AKP gelinen nokta ile övünebilir.
Bunu olağan karşılamak gerekir.
Zira AKP’nin, dini referans aldığı ve dini siyasallaştırdığı bilinmektedir.
Anayasa Mahkemesinin “laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğuna” ilişkin kararı bunun tescili niteliğindedir.
Her ne kadar unutturulmaya çalışılsa ve şu veya bu şekilde kamufle edilse de böyle bir iktidarın ülkeyi, Atatürk’ün hedef gösterdiği “batı medeniyetinden” soyutlayacağına ve ortaçağ karanlığına sürükleyeceğine kuşku yoktur.
O halde, çağdaş ve medeni bir dünya ülkesi olmak isteniyorsa, izlenecek yol bellidir.
Bu yol, Atatürk’ün koyduğu hedef doğrultusunda laik, demokratik cumhuriyetin sonsuza kadar yaşatılmasıdır.
İşte tam da bu noktada, laik cumhuriyetin emanet edildiği nesillere önemli görevler düşmektedir.
Birileri, dini siyasalaştırıyorsa, buna karşı çıkmak, siyaseti, dini referanslardan arındırıp pozitif ve evrensel ilkeleri esas alarak yapmak bu nesillerin görevi olmalıdır.
Ne şekilde, hangi ad altında olursa olsun, dini motiflerin kullanılmasına, mezhepçilik yapılmasına karşı çıkılmalı, bunların siyasette kullanılmasının son derece yanlış olduğu her fırsatta vurgulanmalıdır.
Bu görevin herkesten önce siyaset sahnesinin aktörlerinden olan, Atatürk’ün kurduğu CHP’nin boynunun borcu olduğu çok açıktır.
Ne var ki, CHP bu görevini layıkıyla yerine getirmek şöyle dursun, adeta AKP ye nazire yaparcasına, tamamen oy hesabıyla, dini söylemler geliştirip oportünist tutumlar içine girmektedir.
Önceki genel başkanı, kılı kıyafet kanunu ile yasaklanmış olan çarşafa rozet takarken, şimdiki genel başkanı, bir röportajında, peygamber soyundan geldiğini belirtmekte, ardından da “ama bunu siyasette kullanmıyorum” mealinde sözler söylemektedir.
Oysa siyasi parti genel başkanı sıfatını taşıyan birisinin, bu tür bir açıklamada bulunması, siyaset arenasında dini motifleri kullanmaktan başka bir anlama gelmemektedir.
Hele de bu açıklamayı, Atatürk’ün koltuğunda oturan birisi yapmışsa, bunun “su götürecek” bir yanının olmadığı ortadadır.
Bunu söyledikten sonra ilave edilen, siyasette kullanmıyorum ifadesiyse, olsa olsa bu açıklamayı tevil etmeye yönelik “şark kurnazlığı” olarak değerlendirilebilir.
CHP genel başkanı sıfatını taşıyan birisinin ne söylediğini, ne anlama geleceğini bilmesi gerekir.
Çünkü kimin hangi soydan geldiği değil, kimin evrensel ilkeleri savunduğu ve ön planda tutuğu önemlidir!
Bu tür söylemleri yapanların, başkalarını “dini siyasete alet ediyorlar, din üzerinden siyaset yapıyorlar” diyerek eleştirmeye hakları olmayacağı açıktır.
Ne yazık ki, ülke siyaseti böylesine kısır bir döngünün içinde seyretmektedir.
Bu olup biteni, bu ülkenin “yüzde doksan dokuzu Müslüman” söylemiyle açıklamanın tutarlı bir yanı da yoktur.
Mustafa Kemal, onca devrimi nerede yapmış, halifeliği, saltanatı, fes’i, çarşafı, Arap harflerini hangi ülkede kaldırmış, laikliği uzayda mı ilan etmiştir.
Onun partisine genel başkan olmaya soyunanların önce bunları iyi anlaması gerekir.
Hiç yorum yok...