Taksim Gezi parkı protestoları, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi sessizliğe gömülmüş olan toplumun kıpırdamasını sağlamıştır.
Buna hiç kuşku yok!
Doksanlı diye anılan gençlerin, yaratıcı ve esprili eylem biçimi toplumun büyük kesimince takdirle karşılanmış, moral kaynağı olmuştur.
Bu da tamam!
Bütün bunlar olumlu gelişmelerdir.
Ne var ki, bizzat Taksim Platformunun yaptığı açıklamalardan, Taksim Protestolarının, başta Taksim Gezi Parkının park olarak kalması olmak üzere Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkımından vazgeçilmesi, başta İstanbul, Ankara ve Hatay valileri ve emniyet müdürleri olmak üzere olayların yaşanmasına neden olan tüm sorumluların görevden alınması, gaz bombası ve benzeri materyallerin kullanımının yasaklanması, gözaltına alınan kişilerin derhal serbest bırakılması, Tükiye'deki tüm meydanlarda toplantı, gösteri yasaklarına son verilmesi, ifade özgürlüğünün önündeki tüm engellerin kaldırılması gibi bir takım hak ve özgürlüklerin talep edilmesi ve ekolojik değerlerimizin talanına, ülkemize ve bölgemize ilişkin savaş siyasetine, Alevi yurttaşlarımızın hassasiyetlerine, kentsel dönüşüm mağdurlarının haklı taleplerine, kadın bedenleri üzerinde denetim kuran muhafazakar erkek politikalarına, üniversite, yargı ve sanatçılar üzerindeki baskılara, başta Türk Hava Yolu işçileri olmak üzere tüm emekçilerin hak gasplarına karşı taleplerine, tüm cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına, yurttaşların eğitim ve sağlık hakkına ulaşımının önündeki tüm engellerin kaldırılmasına ilişkin hassasiyetlerin de iktidar sahiplerine iletilmesi çerçevesinde kaldığı görülmektedir.
Büyük illerin bazı semt parklarında toplanan forumlarda alınan kararların içerikleri de Taksim platformundan pek farklı değildir.
Buna karşılık, yoksulluk, yolsuzluk, uzun tutukluluk süreleri, insan hakları ihlalleri, eğitimde fırsat eşitsizliği gibi çok önemli konular gündemin baş sıralarında yer almaktadır.
Bu durumda, toplumsal muhalefetin nabzının sadece Taksim de ve forumlarda attığını söylemek de mümkün değildir.
Nihayet bugün Taksim eylemleri, adeta biz sadece demokratik haklar talep ediyoruz, iktidarla ve onun dünya görüşüyle bir sorunumuz yok dercesine, Taksim Meydanında polis Tomalarının önüne kadar uzayan alternatif iftar sofraları düzenleme noktasına varmıştır.
*
Taksim Gezi Parkının yerine ne yapılmak istendiği, tarihte 31 Mart Olayı olarak bilinen gerici isyanının merkezi Topçu Kışlasının buraya yeniden inşa edilmesiyle ne amaçlandığı, Atatürk Orman Çiftliği’nin neden talan edildiği, bunun esas nedeninin “adıyla” ilgili olup olmadığı, kentsel dönüşüm projelerinin özünde iktidara yakın çevrelere rant yarattığı, kadın bedeni üzerinde denetim kuran muhafazakar erkek politikalarının aslında siyasi iktidarı elinde bulunduranların sahibi olduğu dünya görüşünün yansıması olduğu, yargı, üniversite ve sanat camiası üzerindeki baskıların da arzu edilen toplum düzeninin yaratılması yolunda bilinçli olarak yapıldığı ve nihayet, bu ve bunun gibi diğer tüm talep başlıklarının siyasi iktidarın “kafa yapısının” bir sonucu olarak gündemde olduğu görülüp mücadele, iktidarın değişmesine yönelik olarak verilmediği sürece bu taleplerde bazı kazanımlar olsa bile, bunların, kısa vadeli olacağı ve bu uygulamaları yapan anlayış siyasi iktidardan gitmedikçe de kalıcı olmalarının hiçbir güvencesinin bulunmayacağı açıktır.
İşin püf noktası işte tam da burasıdır!
Yani, hak ve özgürlük meselelerinin, aslında salt, akademik ekonomik ve demokratik boyutunun ötesinde ciddi bir siyasal boyutunun olduğudur.
Hep söyledik, bir kez daha söylüyoruz ki, doğru bir siyasal önderlik altında yürütülmeyen hak ve özgürlük mücadelelerinin başarı şansı yok denecek kadar azdır.
Kazanımları olsa da bunların kalıcı olması iktidarın “lütfuna” kalmış demektir.
Siyasal boyut görmezden gelinip, ona göre organize olunarak gereği yapılmadığı takdirde, bugün belki Gezi Parkı park olarak kalacak, ama başka parklar elden gidecektir.
Nitekim Gezi Parkının yüzlerce misli büyüklüğündeki koskoca Atatürk Orman Çiftliği aylardır tüm Türkiye’nin gözleri önünde talan edilirken, Gezi Parkı için yapılan protestoların yüzde biri yapılamamış, önemli ve telafisi imkansız kayıplar olmuştur.
*
Kısacası, bugün topluma dayatılan, hukuk dışı, insan haklarına aykırı ve çevreye saygısız tüm uygulamalar tesadüf değil, iktidarın tercihlerinin bir sonucudur.
O nedenle, siyasi iktidar değişip de halktan, emekten yana, antiemperyalist bir siyasi çizginin iktidarı gerçekleşmediği sürece de bu böyle, bir ileri iki deri devam edip gidecektir.
Gerek Taksim Platformunun ve gerekse, büyük illerin parklarında toplanan forumların, zaman geçirmeden görmeleri gereken çıplak gerçek budur.
Doksanlılar olarak adlandırılan gençlerin kavraması gereken de budur!
Bugün yapılan gençlik eylemlerini, ülke gençliğinin şimdiye kadar yaptıklarının zirvesi olarak görme eğiliminde olanların, 1980 öncesi gençliğinin ekonomik, demokratik, akademik talepleri için verdikleri mücadeleyi, siyasi mücadeleden bağımsız görmediklerini, emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı verilen mücadelenin bir parçası olduğunun bilincinde olduklarını ve sırf bu nedenle de olsa onlardan öğrenilecek çok şey olduğunu unutmamaları gerekir.
1980 öncesi gençliğin efsane olan mücadelesinden dersler çıkartarak, siyasal bilince sahip olunmalı ve demokratik mücadele, siyasal boyut ön planda tutularak yürütülmelidir.
Bu yapılmadığında, mücadele azminin yerini giderek yorgunluk ve yılgınlık alacak, sonunda hüsrana uğramak kaçınılmaz olacaktır.
Hiç yorum yok...