Sevgili ablamı, kanser illetinden kaybettik.
Gün be gün gözlerimizin önünde eridi gitti, ama ne tıp’ın, ne de bizim elimizden hiçbir şey gelmedi.
Lakin son gününe kadar bilinci hep yerindeydi.
Kanser de vücut direncini kaybedip, tüm organlar iflas etse de, nedense bilinç son ana kadar kaybedilmiyor.
Bunu, ablamın refakatçisi olarak kaldığım zamanlar, aynı yerde yatan diğer kanser hastalarında da gördüm.
Ablam tedavisi sürecinde o kadar metanetliydi ki, onun bu haline şaşırırdım.
Kemoterapi aldığı günler biraz zorlansa da, bizleri üzmemek için bunu etrafına belli etmemeye çalışırdı.
Son anına kadar, geride bırakacağı ailesini, çocuklarını düşündü.
Yatağından kalkamayacak duruma geldiğinde bile onlar için "her türlü fedakarlığı yapmaya" hazırdı.
Bunu ona yaptıran kuşkusuz anne sevgisi ve sorumluluğuydu.
*
Ablamdan sonra babamı da aynı dertten yitirdim.
Yaşının çok ilerlemiş olması nedeniyle ona kemoterapi uygulanmadı, ama zaman zaman kan takviyesi yapıldı.
Bu işlemin uygulanması için babamı onkoloji hastanesine her götürdüğümde, aynı yerde kemoterapi alan bir çok kanser hastasını tanıdım.
Aynı dertten muzdarip olmanın getirdiği yakınlaşma ile oracıkta ahbap olduk birçoğuyla.
Büyük kısmı Ankara dışından gelmişti; kalacak yerleri olmadığından hemen o gün kemoterapisini alıp, tekrar yola koyulmak amacıyla, işlemlerinin bir an önce yapılması için oradan oraya koşturuyor, şanslı olup aynı gün "kemo" sunu alanlar, toplu taşım araçlarıyla, hatta yürüyerek memleketine gidecek ilk otobüse yetişmeye çalışıyordu.
O gün kemosunu almayı başaramayanlarsa, çaresiz ertesi güne kalıyor, geceyi geçirecek bir arıyor, çoğu zaman hastane bahçesinde derme çatma bir çadırda veya bir bankın üstünde sabahlıyordu.
Ve kuvvetli olasılık işi biten her hasta, ertesi gün de işine gücüne dönüyordu.
Ne de olsa hayat devam ediyordu.
Onlar için kemoterapi almak, öyle ahım şahım bir iş değil, sıradan, günlük hayatın olağan bir parçası gibiydi.
Çoğu, kendisinden ziyade çocuğunu veya bakmakla yükümlü olduğu annesini, babasını düşünüyordu. Onların bu metanetine, güç koşullara rağmen hayata tutunma çabasına saygı duymamak elde değildi.
Demek ki, başa gelince her şey çekiliyor, her şeye alışılıyordu.
*
Bütün bunları görmüş, yaşamış birisi olarak bugünkü gazetelerde, "28 Şubat sürecinde iktidarı darbe yaparak devirmek iddiasıyla haklarında dava açılan 37 si tutuklu 103 sanıklı davanın bir numaralı sanığı olan, önceki Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın, kanser tedavisi gördüğü ve bu kapsamda, mahkemenin başlayacağı Pazartesi günü, kemoterapi tedavisine başlayacağı için doktorlarının verdiği "sağlık koşulları duruşmaya katılmasına uygun değildir" şeklindeki rapora istinaden duruşmaya katılmayacağını okuduğumda, olanlara pek anlam veremedim.
Hiç kuşku yok ki, eski Genel Kurmay Başkanının sağlık durumunu en iyi bilecek olanlar, doktorlarıdır.
Ancak, anlam veremediğim de kemoterapinin duruşmanın ilk günü başlatılacak olması ve birçok vatandaşın, aldıktan sonra hastaneden yürüyerek ayrıldığı kemoterapinin, rapor konusu yapılmasıdır.
Umulur ki, bu duruşmadan vareste olmak için yaratılmış bir tesadüf değildir.
Son zamanlarda, bir çok silah arkadaşı hukuk dışı sözde delillerle haksız suçlamalar muhatap olup, müebbet hapse mahkum edilirken, tanıklık bile yapmaktan kaçınanları, "kasaptaki ete soğan doğramayanları" görünce, "buluttan nem kapmamak" maalesef elde değildir.
*
Oysa, yüreği vatan, millet ve Atatürk sevgisiyle dolu duyarlı kamuoyu, Atatürk’ün ordusunun en üst komutanından en küçük rütbelisine kadar, her mensubundan, hukuk dışı suçlamalar karşısında dik duruş beklemektedir.
Ne yapıp edip, kendisini kurtarmaya çalışanlar değil, arkadaşlarını yalnız bırakmayan, onlar tutuklu veya hükümlüyken gözüne uyku girmeyen onurlu silah arkadaşlıkları görmek istemektedir.
Hiçbir hastalık, hiçbir mazeret bunu engellememelidir!
Mustafa Kemal’in askerlerine yakışan budur!
Mustafa T. Turhan
Hiç yorum yok...