Cumhuriyeti kuran, laikliği, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, çağdaşlığı, eşitliği ve özgürlüğü savunan yurtseverler olarak buna seyirci kalmamız beklenemez. Nasıl ki, 88 yıl önce Atatürk’ün önderliğinde bu zihniyete dur dediysek, bugün de dur demek en büyük sorumluluğumuz ve misyonumuzdur.
Biliyorum rahat değilsin. İçin içine sığmıyor, bir o yana bir bu yana dönüp duruyorsun.
“Sağına bakıyor Damat Ferit’leri, soluna bakıyor Ali Kemal’leri görüyorsun. Bunlar hâlâ işbaşında mı diye iç geçiriyor, kabına sığmıyorsun. Bu ülke benim bıraktığım ülke olamaz diyorsun.” Haklısın, bu ülke senin bıraktığın ülke değil Atam. Çok değil, bundan 4-5 yıl önceydi. Türbanlı bir öğrenci bir televizyon kanalında 70 milyonun gözüne baka baka “Ben Atatürk’ü sevmiyorum, Humeyni’yi seviyorum” demişti. İnsanın tüylerini diken diken eden bu sözler karşısında donup kalmıştım.
Elbette her insan kendi tercihlerinde özgürdür.
Ancak bu durum bir düşünce ve inanç bunalımıdır. Temelinde ise dogmatizm ve Atatürk’ü anlamamak yatmaktadır. Bu sürecin tohumları 1950’li yıllarda atılmış, 12 Mart ve de özellikle 12 Eylül darbeleri sonrasında büyük bir ivme kazanmış, AKP döneminde ise devletin kuşatılmasıyla taçlandırılmıştır.
Geçmişe özlem duyanlar, dinsel temelli bir yönetim isteyenler bugün olduğu gibi dün de vardı. Hiç kuşkusuz yarın da olacaktır. Üstelik iç ve dış desteklerle her geçen gün daha da güçlenmekte, demokrasiyi kendilerine kalkan yaparak laik demokratik Cumhuriyette gedikler açmaya çalışmaktadırlar. İnanç sömürüsü temelinde ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda büyük bir güce ulaşan karşı devrimciler, iktidar kanalıyla devletin her kurumuna sızmışlar ve saldırıya geçmişlerdir. Oluşturdukları cemaat yapılanmasıyla ayrışmalar hız kazanmış, toplumsal kutuplaşma rejimi tehdit etmeye başlamıştır. Burada asıl hedef Cumhuriyettir. Cumhuriyetin kazanımlarıdır, kurumlarıdır. 30 Ağustos Zafer Bayramı ve TBMM’nin yasama dönemi açılış kabul törenlerinden sonra, varlığımızı borçlu olduğumuz Cumhuriyet Bayramı anma etkinlikleri ve resmi geçit töreninin iptali de bunun en somut örneğidir. Bir yandan TSK ve TBMM gibi kurumlar, diğer yandan ise Cumhuriyetin kendisi bilinçli olarak sıradanlaştırılmakta ve önemsizleştirilmektedir.
Öte yandan kendi amaçlarına ulaşmada en büyük engel olarak “ulus-devleti” gören küreselleşme yanlıları da Atatürk ve Atatürkçülüğe karşı topyekûn bir saldırı başlatmışlardır. Çünkü Atatürk devrimi bir aydınlanma devrimidir. Her ülkenin kendi kaynaklarına, kendi değerlerine ve kendi insanına güvenerek çağdaşlaşmasını öngörür. Bu model “zihnin sınırsız özgürlüğünü” içerir, dogmatizme karşı çıkar, akıl ve bilime dayanır. Toplumu, siyasal, ekonomik, kültürel yapısıyla yenileştirmeyi ve çağdaşlaştırmayı amaçlayan aydınlanma devrimi, aynı zamanda sürekli devrimi öngören ulusal bir eylemdir. Kuşkusuz her reform, her yeni düşünce ve akım, içinde bulunduğu koşulların bir ürünüdür. Bu yönüyle Atatürk devrimi, Anadolu’nun binlerce yıllık kültürünün, evrensel kuram ve değerlerle bir potada eritilmesinin bir sonucudur.
Atatürk “Doktrin istemem, sonra donar kalırız, biz yürüyüş halindeyiz” diyerek devrimini sürekli kılmış, kendisini anlamak ve yaşatmak isteyenlerin yürüyüşe devam etmelerini istemiştir. Bu yürüyüşü engellemek ve durdurmak için her yolun denendiği, her fırsatın değerlendirildiği bir süreçten geçiyoruz.
Cumhuriyeti kuran, laikliği, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, çağdaşlığı, eşitliği ve özgürlüğü savunan yurtseverler olarak buna seyirci kalmamız beklenemez.
Nasıl ki, 88 yıl önce Atatürk’ün önderliğinde bu zihniyete dur dediysek, bugün de dur demek en büyük sorumluluğumuz ve misyonumuzdur. Bu güç bizde fazlasıyla vardır. Gücümüzün kaynağı bilimdir, çağdaşlıktır, yurt ve insan sevgisidir. Yol göstericimiz ise bütün dünyanın “yüzyılın devrimcisi” olarak kabul ettiği Ulu Önder Atatürk’tür. Onun aramızdan ayrılışının 73. yıldönümünde ne yazık ki gözlerimiz yaşlı, içimiz buruk. Ama umutlarımız, inancımız ve kararlılığımız ilk günkü gibi taze ve dimdik ayakta.
Bu nedenle rahat uyu Atam.
Ruhun bir kez daha şad olsun.
Çünkü Cumhuriyet; “Fikren, ilmen ve bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucularla”, “açtığın çığırda ve gösterdiğin hedefte” ilelebet yaşayacaktır.
Sena KALELİ
Bursa Milletvekili
CHP PM Üyesi
Hiç yorum yok...