Son yılların “liboşist” söylemlerinden biri de “marka kent” olmak!
Kentlerine “pazarlanacak meta” olarak bakan ve imar politikalarını buna göre belirleyen kimi yerel yöneticiler ile yandaşları, koro halinde aynı şeyi söylüyorlar: “Marka kent olacağız.”
“Peki, ne yapacaksınız?” sorusuna yanıtlar da aynı: “AVM’ler açılacak, rezidanslar yükselecek, plazalar çoğalacak.”
Oysa kentlerin asıl “marka”ları, çağların tanığı olan arkeolojik, tarihsel ve geleneksel zenginlikleri değil midir?
AVM’ler kentlerin yüzlerce yıllık “arasta”larını müşterisiz bırakıp söndürüyorlar; rezidanslar anılarla yüklü eski evlerimizi, konaklarımızı çağdaş yaşamla da buluşturma bilincini köreltiyorlar; plazalar da görmüş geçirmiş hanların, çarşıların yerini alıyorlar...
Yaşamsal uyarılar
Ankara Büyükşehir Belediyesi, 23-24 Aralık’ta Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle düzenlenen “Kültür Turizmi Zirvesi”ne ev sahipliği yaptı. Katılımcı belediyeler “kültürel miras” projelerini tanıttılar... “Ev sahibi”nin “marka kent” takıntısı ise ÇEKÜL Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen’in konuşmasını belirlemiş gibiydi...
Yaşamını çevre ve kültür değerlerimize adayan Sözen, turizmin, yöresel değerleri “pazarlamak”la değil; “yaşatmak”la kültürlü olabileceğini belirttiği konuşmasında özetle diyordu ki: “Kentlerin somut ve somut olmayan kültürel ve tarihi değerleriyle yaşamaya devam etmesi için ‘marka kent’ yerine ‘kimlikli kent’ olmak hedeflenmelidir.”
Bu sözler, kentlerini AVM’ler, rezidanslar ve plazalarla donatmayı “çağdaş”laşmak sanan kimi “marka düşkünü” başkanlarca nasıl karşılandı bilemiyorum; ancak aynı konu, ÇEKÜL Genel Sekreteri Ece Müftüoğlu Narcy’nin sunduğu “Sürdürülebilir Kültür Turizmi Kılavuzu”nda bakın nasıl vurgulanıyordu:
“Son yıllarda benimsenen ‘marka’laşma hevesleri kentleri birer ‘ürün’e dönüştürerek, kültürleri ve tarihi mirası rekabetin öngörülemezliğine ve tüketim iştahına feda ediyor. Kent kimliği kavramı ise markalaşma yerine daha derinlikli bir oluşuma işaret etmektedir. Sürdürülebilir kültür turizmi politikasının kentlere, kültüre ve tarihi mirasa can veren kent kimliğine özen göstermesi gerekmektedir.”
Nitekim ev sahibi Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Hacı Bayram’daki restorasyon çalışmaları dışında tarihsel semtleri yaşatmayı hedefleyen bir projesinin olmaması, dahası kentin her yerine yayılan AVM’lere düşkünlüğün “alışveriş turizmini canlandırma” söylemiyle savunulması, tarihi başkentimiz için ne büyük talihsizlikti...
Bakalım eski kent dokularının sadece “turistler görsün” diye değil, “kuşaktan kuşağa kimlikli yaşam” için eşsiz zenginliğimiz olduğunu ne zaman kavrayacağız.
‘Gözden kaçan’ siluet!
Zirvenin haberlerinden konuşmaları okuduğumda, “keşke şu siluet tartışması da ele alınsaydı” diye düşünmüştüm... Çünkü aynı günlerde İstanbul’un “tarihi dokuya özensiz gökdelenler”i medyanın gündemindeydi. Bu “rant azmanları” da kimlikli kentleşmek yerine sözde markalaşmaya tanınan “imar ayrıcalıkları”yla yükselmiyorlar mı?
Anımsanacaktır, Zeytinburnu’ndaki kuleleri Tarihi Yarımada’yı “ezer” şekilde gösteren tele-objektif fotoğraflar “infial” yaratınca, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı mimar Kadir Topbaş demişti ki, “arkadaşların gözünden kaçmış”.
Oysa fotoğrafı yaratan, belediye meclisi ile başkanın onayladığı imar planı kararlarıydı… Nitekim Mimarlar Odası henüz inşaat izni verilmeden plana itiraz etmiş, ama kimse oralı olmamıştı...
Peki, kentlerin kimlik değerleri arasında yer alan “özgün siluet”ler imar sürecinde nasıl gözetilebilir?
Yanıtını tartışmak için bugün 20.30’da Ulusal Kanal’daki İmar Dosyası’nın konuğu, belediye ve koruma kurullarında deneyimli mimar hocalarımızdan Prof. Dr. Mete Tapan...
Oktay Ekinci
Cumhuriyet
Hiç yorum yok...