Kuvvetler ayrılığı konusundaki tartışmalar geçen haftaya damgasın vurdu.Başbakan Konya’da yaptığı konuşmada “ama işte bu kuvvetler ayrılığı denen şey var ya... O önünüze gelip engel olarak dikiliyor. Senin de bir oynama sahan var. Yasama, yürütme, yargının bu ülkede öncelikle bu milletin menfaatini ve ardından da bu devletin menfaatini düşünmesi lazım.” dedikten sonra, yakın çevresinden kimileri bu konuşmada şöyle demek istedi, böyle demek istedi diye tevil etmeye çalıştılar.
Ancak, son noktayı yine Sn. Başbakan’ın kendisi koydu ve şöyle dedi:“Yasama, yürütme, yargının, anayasa ve yasalarda belirlenmiş hareket alanı vardır. Öyle zamanlar yaşadık ki, yargı yasamanın da yürütmenin de alanına müdahale etti. Diyoruz ki, burada, erkler yetki ihlaline gitmesin, yasama da gitmesin, yürütme de gitmesin, yargı da gitmesin.
”Demek ki, neymiş, yasama, yürütme ve yargı kuvvetleri birbirlerinin alanlarına müdahale etmemeliymiş!
Doğru söze ne denir?
Zaten demokrasilere hedeflenen de budur!
Ancak bunu söylemek yetmez, önemli olan uygulamak ve içe sindirmektir.Bunu başarmak, her şeyden önce yargı kararlarına karşı saygılı olmaktan ve yargı mercilerinin kararlarını etkileyebilecek açıklamalar yapmamaktan geçer.
Ne yazık ki, Sn. Başbakan’ın ve Sn. Milli Eğitim Bakanının ODTÜ de yapılan protestolarla ilgili olarak söylediklerine bu anlamda olumlu bakmak, pek mümkün görünmemektedir.
Daha tartışmanın ateşi sönmeden, Sn. Başbakan, “…Bizim oraya geleceğimizi duyan, bir kısmı o üniversitenin, ama büyük çoğunluğu farklı üniversitelerden gelen, bazıları öğrencilikle alakası olmadan terör grupları içinde dolaşanlar, üniversite kampusu içinde, sırt çantalarında molotof ve taşlarla gelip araba lastikleri yakarak, polisle çatıştılar. Şiddete dayalı bir protesto gerçekleştiriliyor.” diye açıklama yapmış, öğrencilere sahip çıkan üniversite yönetimiyle ilgili olarak da “…Bu hocalar öğrencilerini böyle yetiştiriyorlarsa onlara yazıklar olsun. Bize böyle hoca lazım değil. Bir hoca öğrencisine ilme saygıyı, ilmin ortaya koyduğu esere saygıyı öğretmesi lazım.” Eleştirisinde bulunmuştur.
Milli Eğitim Bakanı da bugün “Şiddetin ulusal düzeyde kınanmasını doğru buluyorum. Oradaki olaylar şiddet içeriyordu. Öğrencilerin yaptığı demokratik bir protesto değildi.” demiş, bazı üniversite rektörlerinin protestoları “kınaması” ve YÖK’ün soruşturma başlatması için de, “Şiddetin ulusal düzeyde kınanmasını doğru buluyorum.” …Gönül isterdi ki üniversite yönetimi dirayetini ve inisiyatifini ortaya koyabilsin. Gerekeni yapabilsin. Olaylara engel olabilsin. Soruşturmayı da kendileri başlatabilmeliydi. Ancak yapamadılar. O açıdan YÖK'ün devreye girmesini olumlu buluyorum" diye konuşmuştur.
Peki, emniyet güçleri ODTÜ’lü öğrencileri suç işledikleri ve hatta örgüt üyesi oldukları iddiasıyla göz altına aldıktan sonra, savcılık bir kısmını serbest bırakıp, bir kısmının tutuklanmalarını talep ettiyse de, sonuçta çıkarıldıkları mahkeme öğrencileri serbest bırakmamış mıdır?
Demek ki, atfedilen suçları sabit ve tutuklamayı gerektirir nitelikte görmemiş, demokratik sınırlar içinde olduğunu değerlendirmiş ve bu kararı vermiştir.
Hal böyleyken, hala protestoların demokratik olmadığını, şiddet kullanıldığını ileri sürmek, bir anlamda yargı kuvveti yetkisine müdahale ve dolayısıyla bir ihlal olmaz mı?
Bu tür söylemler, bundan sonraki süreci, özellikle de YÖK’ün denetleme kurulunun yapacağı soruşturmayı etkilemez mi?
İşte kuvvetler ayrılığı, tam da burada başlamaktadır.
Madem ki, emniyet kuvvetlerinin suç isnadıyla yargı süreci başlamıştır, madem ki YÖK soruşturma başlatmıştır, herkes bu sürecin bitmesini beklemeli ve yargının vereceği karara saygılı olmalıdır.
Yargının ve denetim organlarının özgür ve bağımsız çalışması ve yansız karar vermesini etkileyecek söz ve davranışlardansa, herkesten önce, devleti yöneten ve kuvvetler ayrılığına inandıklarını söyleyenler kaçınmalıdır.
Mustafa T. Turhan
Hiç yorum yok...