Demokrasi, en basit şekliyle, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı bir çoğunluk yönetimi olarak tanımlanabilir.
Onu, diğer yönetim biçimlerinden farklı kılan en çarpıcı yanı, hak ve özgürlükleri “güvence” altına almış olmasıdır.
Bu nedenle, toplumların yönetimi için en ideal rejim olarak görülmektedir!.
Ne var ki, diğer rejim modellerine göre daha az da olsa, demokrasi’nin de zaafları ve kusurları vardır.
Bunların başta geleni, çoğunluğu elinde bulunduran iradenin, azınlıkta kalanların haklarına saygı göstermemesi veya rejimin temel dinamiklerini tahrip etmesi sonucunda, bir “çoğunluk diktatörlüğünün” ortaya çıkmasıdır.
Parlamenter demokrasilerde, meclis çoğunluğunu eline geçiren siyasi hareketin, hukuk’a ve rejimin temel prensiplerine aykırı olarak atacağı her adımın, bu diktatörlüğe giden yolun kilometre taşları olacağı açıktır.
İşte bu noktada, demokratik rejimlerde bulunan kuvvetler ayrılı ilkesinin vazgeçilmez erklerinden olan yargının, yasama ve yürütme organları üzerindeki denetiminin hayati önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Yargı erki, gerek yasama ve gerekse yürütmenin işlemlerini denetleyen ve hukuka uygun olup, olmadığını belirleyen bir konumda olması nedeniyle demokratik sistem içinde çok önemli bir işlevi yerine getirmektedir.
Yasama ve buna bağlı olarak da yürütme gücünü elinde bulunduranların, “çoğunluğun temsilcisi” olduklarını ileri sürerek yapacağı hukuka aykırı girişimleri “bertaraf” edecek, demokrasinin bir çoğunluk diktatörlüğüne dönüşmesinin önünü kesecek kuvvet yargıdır.
Yargı’nın da çoğunluğun vesayeti altına girdiği, talimatla görev yaptığı bir yerde, hukuk siyasallaşmış olur ki, orada artık demokrasiden söz edilmesi mümkün olmayacaktır.
O zaman, “tuz kokmuş” demektir!..
Parlamenter demokrasilerde yürütme kuvvetinin, bir başka deyişle hükümetin, yasama erkinde, bir başka ifadeyle parlamentoda çoğunluğa sahip olan siyasal parti veya partiler eliyle oluşturulduğu dikkate alınıp, yürütmenin yasamaya da egemen olduğu ve bu sebeple yasamanın, genellikle yürütme üzerindeki denetim görevini yerine getiremediği gözetildiğinde, yargı erkinin kuvvetler ayrılığı ilkesinin en vazgeçilmez ayağı olduğu kendiliğinde ortaya çıkmaktadır.
O halde demokrasiye gönülden inanılıyor ve bir “araç” değil “amaç” olarak görülüyorsa, yargı erkinin objektif çalışmasını engelleyecek herhangi bir etkinin oluşmasına karşı çıkmak ve vereceği kararlara saygılı olmak gerekir.
İşte bu noktada Sn. Başbakan’ın dün Konya’da yaptığı açıklamalar, oldukça dikkate çekici olup, demokrasi anlayışının da tezahürü mahiyetindedir.
Sn. Başbakan, “Sistem düzgün kurulmamış, sistemde yaşadığımız sıkıntılar var. Düzgün kurulmadığı içindir ki umulmadık yerde, umulmadık şekilde bakıyorsunuz bürokratik oligarşi karşınıza dikiliyor, umulmadık yerde yargıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Şehir hastaneleri projesini 6 yıldır bürokratik oligarşi nedeniyle hâlâ hayata geçiremedik. …Niye? Bürokratik oligarşi ve yargı. Ama dışarıdan bakanlar da zannediyor ki ’Yav işte 326 milletvekiliniz var, 326 milletvekiliyle hâlâ mı bahane? Ama işte bu kuvvetler ayrılığı denen var ya... O önünüze gelip engel olarak dikiliyor. Senin de bir oynama sahan var. Yasama, yürütme, yargının bu ülkede öncelikle bu milletin menfaatini ve ardından da bu devletin menfaatini düşünmesi lazım.” Derken, “milletin menfaati” “devletin menfaati” gibi, her siyasi düşünceye göre değişebilecek “izafi kavramları” ölçüt olarak koymaktadır.
Oysa ki yargı, kararlarını izafi ölçütlere göre değil, “evrensel hukuk kaidelerine” ve yürürlükteki “temel yasalara” göre vermelidir.
Bu, çağdaş demokrasinin gereğidir.
Bu çerçevede verilmiş olan yargı kararlarını, ayak bağı olarak görmenin ve rahatsızlık duymanın demokrasiyle bağdaştığını söylemek ne kadar mümkündür?.
Demokrasinin nimetleriyle iktidar olanlardan beklenen, kuvvetler ayrılığı ilkesinin en vazgeçilmezi olan yargı erkini "tartışmaları" değil, demokrasinin tüm kurum ve kurallarına, en başta da demokrasinin güvencesi olan kuvvetler ayrılığı ilkesine inanmaları ve bunları sonuna kadar savunmalarıdır.
Demokrasi, çoğunluğun diktatörlüğü için araç değil, azınlıkta kalanların da hak ve özgürlüklerinin sonuna kadar güvence altına alınması için amaç olmalıdır!
Bu amaca ulaşılmasının en büyük güvencesininse, gerçekten bağımsız yargı erki olduğu kuşkusuzdur!
Mustafa T. Turhan
Hiç yorum yok...