Ülkede her şeyin tadı kaçtı. Baharın müjdecisi mimozalar bile insanı heyecanlandırmıyor, erguvanlar da öyle. Rakıların da tadı kaçtı, pek çok kişi artık televizyonunu açmıyor, gazete okumamaya çalışıyor ama nafile, hepimiz bu topraklarda yaşıyoruz, bu topraklarda yetişen meyveleri, sebzeleri yiyoruz, bu gökyüzü altında soluk alıp veriyoruz ama keyfimiz yok. Yaşama sevincimizi yitirdik, antidepresanlarla ayakta durmaya, günü bitirmeye çalışıyoruz.
Ben diyorum ki, bizim kendimize gelmemiz, şöyle bir silkinip ayağa kalkmamız için daha da dibe vursak. Nasıl? Her ne kadar yalaka ekonomistler ülkede bolluk ve bereket var, ihracatımız tavan yaptı deseler de, ortalıkta bir kriz olduğunu anlamak için sokağınızdaki bir kapanıp bir açılan dükkânlara dikkat etmeniz yeter. Vallahi İstanbul’un gelir düzeyi oldukça yüksek bir bölgesinde oturuyorum ve mahalle halkı cümleten bahis oynuyoruz, yeni açılan bu dükkân bakalım ne kadar dayanacak? Ben epey yemek kazandım.
Bu görünen küçük çapta bir şey, yalaka ekonomistlere icra takibine çıkmalarını öneririm, bir de bankaların açık hava parklarındaki terk edilmiş son model arabalarını şöyle bir saymalarını. Kredi kartı borçlarından söz etmek bile gereksiz. Sözüm ona birtakım uygulamalar getirildi ama görülen o ki, bankalar bu uygulamaları hayata geçiremiyorlar.
Bu arada, Suriye ile ilişkilerimizi en kahraman biz olduğumuzu göstermek için acayip bir karmaşaya soktuk. Bu, sınır bölgesindeki büyük bir ticaret hacmini sıfırladı. Şöyle bir Gaziantep’e doğru uzanın, esnaf bakalım size neler söyleyecek. İşler durdu.
Açıkça söylemek isterim, biz yurttaşların haberi olmadan bir yerler satılıyor, Haydarpaşa Garı boşuna işlevsiz bırakılmadı, kim bilir kimler oraları satın aldı, çünkü gene ansızın Merkez Bankası’nın bile nereden geldiğini bilmediği 32 milyar dolar bir yerden geliverdi. Hadi hayırlısı.
Ama taşıma suyla değirmen dönmez, bize de söylesinler, örneğin Sinop Gerze’ye bir, dünyanın en güzel yerlerinden biri olan Amasra’ya iki termik santral birden yapılacak. Yani gelişmiş ülkelerin teknolojik atıklarıyla bizim güzelim topraklarımızı, tarımımızı, balıkçılığımızı yok edecek. Tabii gelişmiş ülkelerin bu işler için ayırdığı bir para var, o da içeri akacak.
Ben, olsun diyorum, her şeyi yapsınlar. Ülke toprakları tümüyle zehirli atıklarla dolsun, balıklar, kuşlar, insanlar patır patır ölsünler. Toplu cenazeler kalksın. Ağıtlar dünyanın dört bir yanından duyulsun. Belki o zaman, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyen, muhterem halkımız sokaklara dökülür. İşte ben bu yüzden dibe vurmayı istiyorum.
Şimdiye kadar yapılan KCK operasyonları yetmez. Ülkenin tüm Alevilerinin, Kürtlerinin evleri kırmızı boyalarla bir bir işaretlensin ve bir sabah vakti, tıpkı Saraybosna’da olduğu gibi evlerin kapıları kırılsın ve çoluk çocuk, genç yaşlı herkes kurşuna dizilsin. Belki o zaman, bu korkunç mezalimden utanan insanlar, tüm korkularını geride bırakıp sokaklara çıkarlar. Belki o zaman!
Sona doğru yaklaşıyorum, okullarda öğretmenler beş yaşındaki kız çocuklarına başlarını nasıl bağlayacaklarını daha ilk dersten öğretmeye başlasınlar, pazartesi günleri okullar açılırken söylenen İstiklal Marşı artık yerini ilahilere bıraksın ve öğretmenler derse “Allah’ın emriyle” diye başlasınlar. Bitmedi, Fethullah Gülen, bir uçakla Amerika’dan gelsin ve tekbir sesleriyle Meclis’in başına geçsin. Ve ne olacaksa olsun.
Belki o zaman, bu ülkede insanlar bir zamanlar bir Kurtuluş Savaşı verildiğini ve bu Cumhuriyetin nasıl fedakârlıklarla yaşama geçirildiğini öğrenmeye başlarlar.
Dibe vurmak, ayağa kalkmanın başlangıcıdır.
Işıl Özgentürk
Cumhuriyet
Hiç yorum yok...