Muhalefet partileri farkında olmasa da Türkiye seçim atmosferine çoktan girmiş bulunmaktadır.
Sn. Başbakan’ın, Gezi Parkı direnişlerine alternatif olarak yaptığı mitingler, bunun tipik göstergesi nitelindedir.
Zaten Başbakan da, bu mitinglerde yerel ve genel seçimlerin startını verdiğini açıkça söylemiştir.
O halde muhalefet partileri, özellikle de “Atatürk’ün kurduğu cumhuriyete ve ülkenin bölünmez bütünlüğüne biz varken hiçbir şey olmaz” söyleminin sahibi CHP, harekete geçmek, kıpırdanmak için daha ne beklemektedir.
Ne aday belirlemekte, ne eğilim yoklaması, ne de ön seçim yapmaktadır.
Acaba neyi beklemektedir?
Birçok büyük kentte belediye başkanlığını kazanması mevcut koşullarda mümkün görünmemekte, ama CHP sözcüleri üst perdeden konuşmaktadır.
Oysa, “biz kazanacağız, kazanırız” demenin, yani kuru sıkı propaganda yapmanın seçim kazanmak için yetmediğini, AKP’nin popülist politikaları karşısındaysa, hiç yetmeyeceğini seçim kaybede kaybede artık anlamış olmaları gerekir.
Önceki seçimler, hep böyle atalet içinde olunduğundan, iyi bir durum değerlendirmesi yapılmadığından kaybedildiği halde aynı hatalar yine yapılmaktadır.
*
Geçenlerde Cumhuriyet Gazetesinde yer alan Utku Çakıröz’ün yazısında, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun açıkça hayır demese de seçimlerde MHP ve İşçi partisiyle yapılacak bir ittifaka sıcak bakmadığının belirtilmesi, bugün de içinde bulunulan durumun iyi değerlendirilemediğini göstermektedir.
Anılan yazıdan anlaşıldığına göre, İşçi Partisi Genel başkan vekili Hasan Basri Özbey ile yaklaşan seçimler konusunda bir görüşme yapan Kılıçdaroğlu, bir süredir kimi çevrelerce önerilen seçim “ittifakına” kibarca hayır demiş, bunun için üç de “çekince”, başka bir deyişle gerekçe göstermiştir.
Bunları; böyle bir cepheleşmenin AKP’nin işine yarayacağı, bugünkü MHP yönetiminin kritik konularda AKP ye destek verdiğinden ittifak için güven vermediği ve Kürt sorunun çözümüne katkı sağlamayabileceği olarak özetlemek mümkündür.
*
Önceki yazılarımızda, seçimlerde bu üç partinin “güç birliği” yapması önerisinde bulunmuş olmamız nedeniyle bu “çekinceleri” değerlendirmeye geçmeden önce, “ittifak” ve “güç birliği” kavramları üzerinde birkaç cümleyle durmamız boynumuzun borcu görünmektedir.
İşçi Partisi Genel Başkan Vekili ile Kılıçdaroğlu’nun yaptığı görüşmede geçen “ittifak’ın” sözlük anlamı, “birlikte hareket etmek üzere anlaşma” demektir.
İttifakta belirleyici olan “anlaşma” ve bunu bir kayıt altına alma veya ilan etmektir.
“Güç birliğinin” sözlük anlamıysa, “mevcut maddi ve manevi olanakları bir araya toplama, güçleri birleştirmektir.”
Her iki kavramı konumuz olan siyasi açıdan ele alırsak “ittifakın”, siyasi partiler arasında yetkili organların kararına dayanılarak, bir anlaşma yapılması ve bunun protokole bağlanıp kamuoyuna ilan edilmesi olduğunu, “güç birliğininse”, yetkili organlar marifetiyle bir anlaşma yapılıp protokole bağlanmasına gerek olmaksızın ve parti yetkililerince ilan edilmesine de lüzum kalmaksızın seçmenlerin, aynı hedef doğrultusunda olduğunu düşündüğü ve kazanma şansını daha yüksek gördüğü bir diğer partiye sandıkta destek vermesi, gücünü fiilen birleştirmesi olarak tanımlanabileceğini söylemek yanlış olmayacaktır.
*
Buna göre, Kılıçdaroğlu’nun çekincelerine gelince: birincisi, cepheleşmeye yol açmak suretiyle AKP’nin işine yarayacak bir gelişme olması doğru bir yaklaşım gibi görünse de aslında, gerçekçi değildir.
Çünkü ülke zaten AKP yandaşların ve AKP karşıtları olarak kutuplaşmış durumdadır; Gezi parkı olayları ve sonrasında yaşananlar bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Kaldı ki, bir süre sonra yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AKP adayı ilk turda yeterli oyu alamazsa ikinci turda bu cepheleşme ortaya çıkmayacak mıdır?
O halde, cepheleşme endişesinin yerinde olmadığını söylemek mümkündür.
Ancak, bu zaten çok da önem arz etmemektedir.
Zira bu üç parti arasında yetkili organların kararı ile oluşturulacak bir ittifak fiilen olanaksız görünmektedir.
Bunun, hemen herkesin tahmin edebileceği siyasi, ideolojik, stratejik ve taktik birçok nedeni vardır; ancak, bunların tartışılması bu yazımızın çapını aşacağından bir başka yazıda ele alınması uygun olacaktır.
Diğer çekince olan, MHP’nin zor dönemeçlerde AKP’ye destek olması nedeniyle güven vermemesi hususuna hak vermemek elde değildir.
Lakin bunları sürekli gündemde tutarak, tavır almak da akılcı bir yaklaşım olmayacaktır. Siyasetin, geçmişin değil, günün koşullarına göre yapılması gerekir.
Geçmişte yaşananları başa kakmak yerine, temkini elden bırakmadan bugüne uygun politikalar ve taktikler üretmek çok daha doğru olacaktır.
Üçüncü çekince olan Kürt sorununun çözümüne katkı sağlamayacağı yaklaşımı da doğru bir değerlendirme olarak gözükmemektedir.
Çünkü ne MHP’nin, ne de İşçi Partisinin Kürtlerle bir sorununun olmadığı ortadadır.
Sorun, Kürtlerle değil, Kürtçülerledir; Kürt milliyetçiliği yaparak, vatanı bölmek isteyenlerledir; PKK iledir.
Ki, AKP tarafından körüklenen çözüm sürecinin nereye varacağı da belli değilken, çözüm sürecine katkı sağlamayacağı gibi söylemler geliştirmek de ana muhalefet partisinin işi olmamalıdır.
Dolayısıyla, üç partinin birlikte hareket etmesinin, aynı vatanda aynı devlete ve aynı bayrak altında yaşamaktan yana olan milyonlarca Kürt kardeşimizi rahatsız edecek bir yanı olduğunu söylemek mümkün değildir.
Bunlar olsa olsa bahane olabilir.
Son olarak söylenmesi gereken, ittifakın küçümsenecek ve yabana atılacak bir taktik olmadığı, koşullar uygun olduğunda işe yaradığıdır.
1989 yerel seçimlerinde, Demirel ve İnönü’nün yaptığı ittifakın, Özal’ın sonunun başlangıcı olduğu, ANAP büyük illerin çoğunda seçimi kaybettiği unutulmamalıdır.
*
Ancak, boşa çene yormaya da gerek yoktur.
Öyle anlaşılmaktadır ki, bugünün muhalefet liderlerinde, Demirel ve İnönü’nün gösterdiği cesareti ve kararlılığı aramak, boşa kürek çekmek olacaktır.
Bugün bir ittifak için hiçbir girişim olmadığı gibi, buna karşı çıkan açıklamalar birbirini kovalamaktadır.
İşte, bizim ve bizim gibi düşünenlerin, “ittifak” yerine, “güç birliği” önermemizin altında yatan gerçek, içinde bulunulan bu tablodur.
Şayet muhalefet partilerini yöneten ve birçok seçim yenilgisi almalarına rağmen yönetmekte ısrar eden genel başkanlar yanaşmıyorlarsa, AKP’ye karşı güç birliğini sağduyulu seçmen sandıkta sağlamalıdır.
Mesela, İstanbul’daki yerel seçimlerde, partisinin kazanma şansı olmayan İşçi Partili ve MHP’li seçmen, kazanma şansı olan CHP’nin adayına oy vermeli, bir başka yerde, partinin kazanma şansı olmayan CHP’li seçmen, kazanma şansı varsa, MHP’nin veya İşçi Partisinin adayına oy vermelidir.
Güç birliği budur!
Karanlıktan çıkışın yolu budur!
Ve aslında bunun olmaması için hiçbir neden yoktur!
Sayılan her üç partinin seçmeni için de vatanın bölünmezliği, devletin ve bayrağın tekliği, cumhuriyet değerleri ve Atatürk ortak değerler değil midir?
Öyleyse, sandıkta oyları birleştirmenin önünde ne engel vardır?
Bu üç partinin, seçim kazanma şanslarını dikkate alarak, adaylarını da aynı değerleri savunan diğer iki partiden de oy alabilecek niteliklere sahip kişilerden belirlemesi durumunda güç birliğinin sağlanması işten bile olmayacaktır.
Hele, muhalefet partilerinin lider kadroları bu gerçeği görerek sert ve seçmenin sandıkta birleşmesini önleyecek söylemlerden kaçınıp, bu suretle de olsa destek verdiklerinde, güç birliği daha kolay gerçekleşecektir.
Hep birlikte aydınlık günlere yelken açılacaktır!
Mustafa T. Turhan
Hiç yorum yok...