“Temuçin” ya da daha çok bilinen adıyla “Cengiz Han” tarihin seyrini değiştiren, adı insanlık var oldukça silinmeyecek bir liderdir.
Bütün hayatı savaşlar ve ihanetler içinde geçmiştir. En yakın dostlarıyla düşman olmuş, gün gelmiş düşmanlarına hükmetmiştir.
Cengiz Han’ın hayatında kuşkusuz en etkileyici olaylardan biri kan kardeşi “Camuka” ile aralarındaki dostluğun düşmanlığa dönüşmesi ve Camuka’nın ölümüdür.
Camuka, Temuçin ile yaptığı son savaşı da kaybettikten sonra kendisine en yakın birkaç generaliyle birlikte kaçtı. Sadık adamlarıyla birlikte bozkırda yaşamaya başladı. Zor bir hayattı, ama özgürdüler. Temuçin de böyle değil miydi bir zamanlar?
Ancak bu sadık adamlar kısa bir süre sonra bu hayatın zorluklarından sıkıldılar ve Camuka’yı Temuçin’e teslim ederlerse daha iyi bir hayat yaşayacaklarına karar verdiler. Özgürlük değil, konfor istiyorlardı.
Öyle ya, Camuka Temuçin’in can düşmanı değil miydi? Onu teslim ederlerse Temuçin bunun ödülünü vermez miydi?
Yaptılar...
Han’ları olan Camuka’yı bağlayıp Temuçin’e teslim ettiler. Ödül ve övgü bekliyorlardı ama Temuçin onlara ölüm verdi. Hem de herkesin önünde ibret olacak şekilde. Üstelik onların ölümünü, ihanet ettikleri Camuka da izledi.
Temuçin’in gerekçesi çok önemliydi. Dedi ki, “Onlar kendi hanlarına ihanet ettiler. Ona ihanet eden bize de ihanet eder...”
Yani hainler Camuka’nın ölümünü izlemeyi beklerken, Camuka kendisine ihanet edenlerin ölümünü izledi.
Bunu niye anlattım?..
Suriye’de kendi devletlerine karşı, başka ülkelerin para ve silahlarıyla savaşanlara Türkiye kucak açtı. Kendi halkımız depremde evsiz kalıp soğukta donarken onlara kısa sürede kamplar kurdu. Savaşmaları için para, hatta bazı haberlere göre silah verdi.
Kısa süre önce Hatay-Yayladağ’daki kampta, bir grup Suriyeli, kendilerine kimlik soran polislere saldırdılar. Birinin silahını aldılar ve kendi silahlarıyla o polisi yaraladılar. İki polisi de sopalarla yaraladılar.
Peki bu ilk miydi?
Elbette hayır.
Kilis’teki kampı yerle bir ettiler, çünkü o kampa Türkmenleri istemiyorlardı. Bir başka kampta yangın çıkardılar. Türk bayrağını indirdiler, çünkü klima istiyorlardı. Yine Hatay’da kendilerine sunulan market hizmetini beğenmediler ve yine polisimizin elinden silahını alıp rehin aldılar. Ortalığı yakıp yıktılar...
Kendi ülkelerinde terör yapanlar, bizim ülkemize ya da kurallarımıza neden saygı duysun?
Hem bu bir anlaşmaydı nasılsa; onlar bir şeyler verecek, biz de bir şeyler verecektik. Karşılıklı çıkarlar söz konusuydu, erdem aramaya ne gerek vardı değil mi?
Onur olmasa da olurdu böyle ilişkilerde.
Hep görmedik mi bunun örneklerini?
1991 yılında, Irak henüz üç parça değilken, arada Amerika tarafından örgütlenip yönetime karşı ayaklananlar, Saddam kontrolü ele geçirmeye başlayınca yine Türkiye’ye sığındılar.
Türkiye yine kucak açtı, kamplar kurdu. İyilikten, insanlıktan değil ha, tıpkı şimdi olduğu gibiABD’nin vaadettiği karşılıklı çıkarlardan dolayı. Bir koyup, üç alacaktı Özal...
O da alış-verişti yani...
Gelen mültecilerin içinde binlerce terörist de vardı. Birçok eylem yaptılar. Ve bir yıl sonra, 1992 Nevruz’nda Şırnak’ta tıpkı şimdi Şemdinli’de olduğu gibi döktüler benzini bir avuç huzurun üstüne.
O zaman Türkiye’ye sığınan yaklaşık 500 bin kişi, şu anda Irak’ın kuzeyinde...
Üç parçaya bölünen Irak’ın Kürditan’ını kurdular. Musul ve Kerkük işgal edilip Türkmenlerin adları bile, tapu ve nüfus kayıtları yakılarak tarihten silinirken oradaydılar. Yakanların içindeydi, büyük bir kısmı.
Askerlerimizin başlarına çuvallar geçirilip, teröristlere her türlü destek sağlandığında da... Hatta bizatiği sağladılar o desteği...
Hiç duydunuz mu?
“Biz Saddam’dan kaçarken Türkiye bize kucak açtı, burada, Kandil’de ya da başka bir yerde Türkiye’yi hedef alan teröre izin vermeyiz” dediklerini...
Hiç gördünüz mü?
Ahde vefanın “v” sini gösterdiklerini, bir bardak suyun hatrını bildiklerini...
Görmediniz. Görmeyeceksiniz de...
Çünkü biz, sadakat veya vefa ile değil ihanet ile işbirliği yaptık...
Değil mi ki bizi yönetenler yıllarca peşinden gittikleri liderlerini yüzüstü bırakmışlardı. Erbakan’dı o, evine haciz göndermişlerdi, ama aynı davadan kendileri hesap bile vermemişlerdi.
Değil mi ki, “diktatör” demişlerdi İnönü’ye hatta Atatürk’e...
Mesela yüzlerce asker tutuklanırken bazı savcıların altına kendi arabalarını verip, Genelkurmay Başkanı tutuklanırken “Türkiye geçmişiyle hesaplaşıyor” demişlerdi. Sonra aynı adamlar, rüzgar yön değiştirince, o göklere çıkardıkları özel yetkili mahkemeleri “devlet içinde devlet” diye nasıl da hedef göstermişlerdi.
Bu bir yöntemdi yani, çıkara göre taraf değiştirmek. Hal böyle olunca müttefikler de aynı olacaktı elbette.
Cengiz Han’ı Cengiz Han yapan ilkeleri aramak değil derdimiz.
Onlar yok çünkü...
Amma...
Diyeceğimiz o ki, bu yol, yol değildir. Bu yoldan gidip abad olmuş bir millet yoktur.
Üstelik de bu kadar ihanete neden olan çıkarların hiçbiri bizim, ya da Irak halkının, ya da Suriye ya da İran halkının değil, Amerika ve İsrail’in çıkarınadır. Bu çıkarlar uğruna düşman olduk komşularımızla...
Camuka, Cengiz Han’a son sözlerini şöyle söylemişti: “Yattığımız aynı çadırda hazmedilmeyecek şeyler yedik, unutulmayacak sözler söyledik. Bize karşı olanların oyununa geldik...”
Onurludur Camuka. Cengiz Han’ın kendisine sunduğu af teklifini reddeder, çünkü araya birkez ihanet ve düşmanlık girmiştir. Artık hiçbir zaman, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Cengiz Han’a şöyle der: “Dünya ayaklarının altına yayıldığında, artık ben sana dost olmuşum, neye yarar? Tam tersine kardeşim, gecenin karanlığında rüyalarına girecek, gündüzün ışığında kalbini yasa vereceğim. Yakandaki bit, eşiğindeki kıymık olacağım...”
İhanetin her yere sindiği bu ortamda, ne “dostlarımızın” Cengiz Han kadar ilkeli, ne de düşmanlarımız Camuka kadar onurludur.
Ve biz, Türkiye...
Bir taraftan diğerine koşmaktayız sürekli. Bütün bir Türk tarihi boyunca görüldü mü böylesi? Hep vardı düşmanlarımız. Hep savaştık biz. Ama hiç bir zaman bir yöntem olmadı ihanet.
Şimdi olduğu kadar...
Mehmet Yiğittürk
Odatv.com
Hiç yorum yok...