Spor salonundan bozma Silivri duruşma salonunun arka bölümü izleyicilere ve gazetecilere ayrılmış. Orası bizim için Türkiye’nin nabzı. Duruşma sırasında arada bir arkamıza dönüp bakıyoruz, nabız nasıl atıyor diye…
Gazeteciler için ayrılan bölüm en az 50 kişi alır. Ama bugüne kadar iki elin parmaklarını geçtiği günleri çok az gördük.İzleyicilere ayrılan bölüm genellikle cuma günleri dolu. Biz de o günler için beklenti içinde oluyoruz. Cuma, tüm sanıkların ve avukatlarının davanın gidişine ve kendi durumlarına ilişkin görüşlerini, mahkemeden taleplerini dile getirdiği gün.
Bir başka deyişle söz hakkımızın olduğu gün.
Daha başka deyişle hem kavuşma, hem konuşma günü.
İnsanoğlu çok değişken bir toprak. İnsan eskimeyen dostları görünce birden buharlaşıyor. O an bütün hüzünler buharlaşıyor.
7 Mayıs Cuma ve 14 Mayıs Cuma’da da öyle oldu.
Onlarla en son 5 – 6 metre yakınlıktan selamlaşsak da hep iç içe gibiyiz. Sanki koca spor salonu, affedersiniz duruşma salonu bir beden; hepimiz aynı kalpte nefes alıp veriyoruz.
Duruşma salonunda notlaşıyoruz da; bir bedenin bir ucundan öteki ucuna damarların kan getirip götürmesi gibi.
Mektupların tümü doğal olarak beyaz kâğıda yazılı. Baktım, biri yeşil. Çimen yeşili mi desem, kestane yaprakları yeşili mi desem, fesleğen yeşili mi desem, cevizin tam meyveye durduğu yeşil mi desem… Öyle bir yeşil işte…
Mektup gazetemiz Cumhuriyet’in İstanbul’daki merkezinin önemli bir makamından; çay ocağından, Şenol’dan.
İnsan demirparmaklıkların arasından mahkeme tüneline gelir de gazetesinin en sıcak yerinden, çay ocağından, Şenol’dan mektup alır da şen olmaz mı? Olur elbet!
Şenol mektubun bir yerinde şöyle diyor:
“Abi seni bir gün bırakacaklar da… Ellerini çabuk tutsalar!..”
Bir gün önce de Sevgili Alev Coşkun Ağabey, avukat sıfatını da bütün kimliklerinin yanına koyarak gelmişti. Enine boyuna dertleşmiştik.
Gazetemizin üst katlarıyla çay ocağının, yüzümü Trakya rüzgârı gibi okşaması yanaklarımı Ege’nin gelincik tarlalarına çevirdi…
Okur buluşmalarını ayrıca anlatmalıyım.
Sevgili Ankaralılar ve Egeliler 14 Mayıs Cuma günü duruşma salonunu kitap fuarına çevirdiler. Duruşma aralarının getirdiği fırsatlardan da yararlanarak torbalarla kitapları bana ulaştırdılar, imzalayıp gönderdim. Her biri el, göz, beyin, yol emeğim kitaplar. Balkanlar, Orta(daki) Asya Ülkeleri, Yemen Türkler Mezarlığı, Anzak Türkleri, Ülkelere Değil Savaşa Düşmanım, Çin’in Uzun Yürüyüşü, Tarihin Arka Odası Amerika, Afrika’nın Uçlarında, Heyecan Yaşlanmaz, Affedersin La Fontaine, Nasreddin Hoca ile Çocuklar…
Kimi kitaplarıma aylar sonra ilk defa dokundum. Yavrularım Yağmur, Deniz’in kulakları çınlasın, bebeğim gibi okşadım kapaklarını…
Ege’den gelenler Aydın, Muğla ağırlıklıydı, bir hafta önce İzmir vardı. Aydınlılar daha önceki etkinliklerini, yaptıkları açıklamaları da beraberinde getirmişler. Sevgili Kurtuluş’tan selam getirmişler. İnsan gönlünün kolları ne kadar geniş, uzun, metrelerce uzaktan kucaklaştık onlarla.
Kadıköy Belediye Başkanı Sevgili Selami Öztürk’ün avukat kimliği aradaki mesafelerin kalkmasını sağladı. Kadıköy iskelesinden Adalar’a kollarımızı açıp kucaklaştık…
İstanbul Cumhuriyet okurlarının her “saniye” salonda oluşu gelip giden dostlar hakkında bilgi edinmemi de sağlıyor.
Ankara’dan gelenlerle sohbetimiz her teldendi. Gezginlerden emeklilere, gençlerden sivil toplum önderlerine güzel bir yelpaze yapmışlar. Hani selam ver okura at, balık bilmezse Haluk bilir dedik ya… Sevgili Haluk Yalvaç yine bütün Cumhuriyetçiliği ile oradaydı.
Ankara Çayyolu’nun adını Çığyolu mu koymalı ne! Her seferde varlar. Onlara verdiğim selamların hiçbirinin karşılıksız olmadığını görmenin sevinci içindeyim. Geçen yıl yerel seçimlerde çığ gibi olup Yenimahalle’yi yenimahalle olmaktan çıkarmanın öncülüğünü üstlendiler. Keçiören’den aldığım selamları yazmasam da görüşme inatları kırılmaz ama, kayda geçirmeden de olmaz…
Ankara’ya son selamımız sonsuz bir yolculuğa olsun. 14 Mayıs’ta duruşma salonunda Prof. Doğan Aksan’ı kaybettiğimizi öğrendim. Nisan ayını dil konusuna ayırdığımı daha önce yazmıştım. Ay boyu okuduğum 20 kitaptan dördü Prof. Aksan’ındı. Yaşamın cilvesine bakın Prof. Aksan’ı Türkçenin Anadolu topraklarında resmi dil oluşunun 733. yıldönümünde yitirdik.
Ses bayrağımız Türkçenin başı sağ olsun!
Mustafa Balbay
Cumhuriyet - 26 Mayıs 2010
Hiç yorum yok...