Bir ülkenin genelkurmay başkanı ‘terör örgütü kurmaktan’ halen hapishanede yatıyor.
Aynı ülkenin koramirali ‘casusluk’tan içeri tıkıldı.
Onlarca gazeteci suçsuz delilsiz içerde yatıyor diye listeyi boşuna uzatmanın anlamı var mı?
Bir ülke daha nasıl işgal edilsin?
İşgali her bir insanın her bir basın mensubunun iyice idrak etmesi için işgalcilerin fazladan daha ne yapması gerekir?
Şu yukarda yazdığım sadece iki cümledir. Bu iki cümleyi değil yazmak ‘görmek’ dahi istemiyorlar. İşte ben yazdım. Ben yazabildiğime göre çok olağanüstü marifetleri olan bir efsane yazar mıyım? Hayır! Buyurun siz de yazın.
Niye yazamıyorsunuz? Yazamayanların beş yıl var ki en büyük argümanları ‘efendim iddialar var’ idi. Aradan beş yıl geçti, iddialar ortaya rezillikten beter döküldü, okumayan, anlamayan, görmeyen kalmadı, ortada uydurulmuş bir yığın iddialar var fakat ortada belge, delil, suç yok.
Davalar öyle girift bir yere geldi ki tartışma programlarında söz bir şekilde Ergenekon, Balyoz’a gelince, program yöneticisi, tartışmacılara can sıkıntısıyla ihtar da bulunuyor: Aman ne olur oraya girmeyin, ordan çıkamayız’…
Çıkamayacağımız yere bizi kim soktu? Çıkamayacağımız yeri niye önceden sorgulayamadınız? Çıkamayacağımız yer ülkenin en baş en temel meselesiyken siz orda hangi osuruk hadiseleri boşuna tartışıyorsunuz?
Program dolsun maaşlar gelsin diye mi?
Ya da bir ülkenin genelkurmay başkanı terör örgütünden hapiste ve bir koramirali casusluktan içeri tıkılırken sizin o ekranda ne işiniz var?
Daha önemli hangi insanlık görevlerini yerine getiriyorsunuz?
Osuruk programlarla hayat işler gündem güya devam ediyor ‘çarpıtmak’ görevini belki size görev diye vermediler ama siz bu göreve ‘gönüllülükle’ atıldınız ya da meşrebiniz ‘uygun’ bulundu? Şu anda gerçek gündemi saklayarak maskeleyerek işgalcilerin işbirlikçisi rolünü oynuyorsunuz?
Hadi bunu da yazın?
Niçin yazamadığınızı biliyorum, liberal olmak, özgürlükçü olmak, anarşist olmakla bir alakası yok, yazamama sebebiniz çok basit, yazdığınız takdirde ‘sokakta ve işsiz’ kalacaksınız.
Yani çoluk çocuğunuz ev kiranız geçiminizi sağlamayacaksınız?
Gerçek bu denli basit. Hadi bari bunu yazın…
Bunu da yazamazsınız? Çünkü yazar olabilmek için ‘yazarlık marifetlerinizin’ olması gerekir. Kendinizi eserlerinizle metinlerinizle ispatlamış olmanız lazımdı.
Yani biri sizi işe alsın almasın, siz kendi yazar kimliğinizin maharetiyle bir şekilde yüz binlerce okuyucuya kimseler patronlar holdingler aracı olmadan kendi başınıza ulaşıyor olmalıydınız? Bu ülkeden kovulsanız gittiğiniz ülkeden de yapardınız, içeri tıkılsanız içerden de bir şekilde yapabilirdiniz?
Olamadı, çünkü gerçekte ‘yazar, gazeteci’ değilsiniz, ne oldu, birisinin inayetiyle torpiliyle yakınıyla işe girdiniz? Ve çok zarif çok düşünülmüş bir takım ince ‘şirinliklerle’ kendinizi hem patrona hem okuyucuya, yani ikisine birden sevdirmek gibi ikiyüzlü riyakar bir yolda hem kendinizi hem insanlığı bir parça daha yıpratıyorsunuz?
Bir başka örnek vermek istiyorum, hatırlayın, eskiden bu ülkede Türk Edebiyatı diye bir şey vardı. Hikayecileri romancılar tiyatro yazarları şairler ve onlarca dergisi.
Nerdeler? Yetmiş milyonluk ülkenin edebiyat dergisi üçyüz satıyor ve bununla büyük iş yaptık diye sevinenler var hala, olsun maaşları iyi hayatları garanti altında.
Nerde olduklarını söyleyeyim, 12 Eylül sonrası Özal döneminde bizim edebiyatçı tayfası aç kaldı, aç…1980’li yılların ortasından itibaren bu tayfanın yüzde doksanı gibi büyük kısmı, reklamcılığa ve holding yayıncılığında danışmanlıklara hücum etti.
Hem şairdiler hem dondurma reklamında ‘kalplerdeki kaymak’ gibi metinler yazıp hayatlarını kazanıyordu. Hem sıkı acı çekmiş yazardılar hem de holding yayıncılığının istediği öngördüğü öne sürdüğü yazarları gözü kapalı destekleyen tanıtım yazıları reklamlar yapmaya başladılar.
Aradan geçen otuz yılda bu reklamcı ve holding yayıncılarının medya gücüyle meşhur ettiği gündeme manşete taşıdığı onlarca isme bir daha bakın, sabun köpüğü gibi, pop şarkıcıları gibi, eriyip yok olup gittiler. Ya da hangisinin bir cümlesini hatırlıyorsunuz ya da hangisinden bir cümleyi yazınıza hayatınıza aktardınız.
Sadece söylediğiniz ‘acayip satıyor ağbi’ diye şişinmek, şimdi ne değişti, edebiyatçıların girdiği kalleş yola şimdi gazetecilerimiz girdi, genelkurmay başkanı terör örgütünden içerde, koramiral casusluktan, şimdi yerlerini alan gazetecilerin söylediği ise şu: ‘acayip oy alıyorlar ağbi.’
Yirminin üstünde kitap yazdım, bütün kitaplarımda yeri gelsin gelmesin en çok sarf ettiğim cümleler şunlardır: ‘Kurumdan bağımsız, ideolojiden bağımsız, tek başına yazar olmak, bağımsız yazar olmak…’
Çünkü bazen ideolojinin tarafı olursunuz, bazen kadim arkadaşlarınızı kırmamak için onların ağzına uyarsınız, bazen, ortalıkta bir laf gezdirilir ‘ortalığın ortalama’ adamı olursunuz, vurun derler katılırsınız, susun derler susarsınız. Avrupa’ya gireceğiz hurra derler heyamola diye küreklere sarılırsınız, Ermeni bildirisinin altına imza atılacak denir, atarsınız.
Yanlışımız eksiğimiz hatamız hatta utanılacak cümlelerimiz olmadı mı, olmaz olur mu, ama bütün günahlarım eksiklerim bana aittir. Bir ideolojiye bir tarafa uyduğum için değil.
Bu yüzden benim yanlışlarım kurumsal ve ideolojik yanlışlar değil, şahsi öngörülerimin zayıflığından zaaflarımdan yani ‘insani hatalardır’.
Ancak dünün edebiyatçısı bugünün gazetecileri beni hep hayrette bırakmıştır, mesela holdinglerinin sözcüsü olurken de çok neşeli havalarından geçilmiyordu, ideolojilerinin toplu saldırı ve savunmalarında da dünyayı biz yarattık kasıntılıkları arşı alaya yükseliyordu, yani ülkede ve dünyada ne olursa olsun hep mutlu, hep kazançlı, hep maaşlı ve sonunda hep ‘ince duyarlı, romantik, insanlıkçı onlar oluveriyordu.
İşte bu yalancı neşe gün geldi ülkemizin de yalancı gerçeği oluverdi.
Başka tuhaf bir yol daha açayım. Hani bunlar faşizme aşırı sağcılığa lümpenliğe karşı ya… Söylemek bile israf sayılır hepimiz tabii ki karşıyız. Ancak en gelişmiş ülkelerin dahi yüzde birden yüzde beş oranına kadar aşırı sağ’ı vardır hatta aşırı ırkçı siyasal oluşumları vardır.
Yani karşı olmak başka, bu aşırı hareketlerin bir şekilde en modern özgürlükçü topluluklarda dahi olması başka. Buna biz ‘sosyolojik gerçek’ deriz.
Dikkat buyurun sevgili okuyucu, bir ülkenin genelkurmay başkanı terör örgütü kurmaktan içerde koramiralı casusluktan ve ülkenin en lümpen en aşırı sağı dahi kılını kıpırdartmıyor.
Sebebi basit, işgali tasarlayanlar, tutuklamalar operasyonlar başlamadan çok önce, bir ülkenin en sert en heyecanlı en fevri en belalı en önü alınmaz lümpenlerini kafalamış. Sadece irili ufaklı sağ partileri değil, bu lümpen yapıların da yuvalarına partilerine derneklerine girilmiş hepsi bir çok değişik tezgah ya da yöntemle bir şekilde ‘sus pus’ edilmiş.
Hatırlayın, Hrant’ı öldüren Samast’ın Samsun’da polis jandarma nezaretinde Türk bayrağı önünde çektirilen resmini. Bu kadar uyduruk dijital belge foss çıktı ama işgali tasarlayanların en başarılı organizasyonu bu ‘resimdir’, çünkü bu resim, ülkenin aşırı ırkçı aşırı manyak bir gizli grubun işte bu resimde olduğu gibi derin ilişkileri içinde olduğunun başarılı bir propagandasını yapıyordu.
Bu resimle hedeflenen aşırı sağcı faşist ırkçı manyaklarla şimdi içeri alınmakla olan gazeteciler arasında derin bir bağ kurmak, tabii ülkemizde Hrant’ın arkadaşları dahil buna inanacak saflıkta bol miktarda gözleri bu fotoğraflarla döndürülmüş özgürlükçümüz halen mevcuttur.
Bu fotoğrafın başarısı büyüktür, sadece tutuklamalara haklılık gaz vermekle kalmadı, ülkemizdeki yüzde üç’lük beş’lik faşist aşırı sağcı siyasal varlığın da işgalciler tarafından teslim alınmasını sağladı.
Çünkü bu resmi çektiren derin el aynı zamanda aşırı ırkçı aşırı sağcı parti ve derneklerin hem hamisi hem yöneticisi hem işbirlikçi haline çoktan geldiler, zaten yabancı yerli istihbaratı asıl ve ilk çalışmayı bu fevri aşırı sağcı yapıları ele geçirmekle yaptılar.
Ve gün geldi, şu meşhur yetmez ama evetçiler’in hemen hepsi yaladıkları kakaladıkları iktidar tarafından ‘derderst edilmeye’ ya da ‘tecrit edilmeye’ başlandı. O çok bilmiş çok okumuş çok üfüren liberaller özgürlükçüler hepsi nihayet bir çıkış olmadığını kapana kıstırıldıklarını yeni yeni anlamaya başladılar.
Yıllarca ajan ve cemaat ağzıyla asker polis hukuk kurum demeden topluca hurraya katılıp esip gürlediler ama şimdi insan ve birey ve konuşma haklarını dahi ayakta tutacak bir ‘hukuk’ olmadığını hadi nihayet gördüler diyelim.
Hukuk, kurum, güvence, yasal teminat, kendilerini koruyacak hiçbir şeyin olmadığı ortaya çıkınca tıpkı bizim gibi bas bas bağırmaya hatta bizden daha sert ağzı alınmaz yazılar yazmaya başladılar.
Bir çoğu eski arkadaşım, fare sıçanları gibi cıyık cıyık bağırmaya başladınız, hayrola, dedim. ‘hiç kimse yok, dedi, bu ülke bomboşmuş, kurumu, hukuku, güvencesi, vatandaşlığı, devleti, sivili, hepsi yalanmış….’
Tamamladım cümlesini, ‘yalan, çünkü bu kurumları inşa edecek bağımsız bilim adamları ve bağımsız yazarlardır’ dedim.
Devam etti, ‘eskiden sokaklara inen yakıp yıkan kıran faşistleri vardı, onlar bile yalanmış’ dedi.
Hayır asıl gerçek onlar, şimdi Amerika ve Türkiye Suriye’de kimleri sokak savaşına sürüyor, işte bu aşırı sağın İslamcısını. Koskoca devletler on yedi yaşındaki intihar bombacısını on beş yaşındaki el kaidecileri dahi fazlasıyla ciddiye alıp atom bombası yerine en hayati bu sokak savaşına onları sürüyor.
Onlar hep işe yarar, olan bizim aşırılara oldu, İslamcısı işte aleni dine aşağılama var eskisi gibi sokağa çıkamıyor, daha aşırı lümpeni sağcısı hiç ortalıkta görünmüyor, şöyle demek lazım Genelkurmay’ından sokaktaki en lümpenine kadar bir işgal, buna kısaca tepeden tırnağa deriz.
Bir gizli tertip aşırı manyak bir fotoğrafa ya da bir çok benzer manşete kanıp ‘hukuk’u teslim edemezsiniz.
Sırf aşırı manyak birkaç serseriden nefret ediyoruz diye hukuk’u ne idüğü belirsiz ajanvari oluşumların eline teslim edemezsiniz. Kendinize güveniniz yoktu, size birileri bu manyakları mı savunuyorsunuz diyecekti, siz de ne cevap vereceğinizi bilemediğiniz için şakalarla alkışlarla güle katıla hukuk’u teslim törenlerine katıldınız.
Zırnık kişiliğiniz zerre yazar kimliğiniz olabilseydi göğsünüzü siper edip ajan yazarların sizi ırkçılık faşistlikle yan yana getiren iftiralarına güler geçerdiniz.
Aşırı fanatizm’e karşı olmak başka şey, hukuk başka şey diyebilecek gücü kendinizde bulabilirdiniz. Utanç nefret iğrenme karşı olma duygusuyla ‘hukuk’ gibi bir kurumu karıştıracak kadar basit bir zekanız olduğu için zaten o imkanlar size verildi ve ekranlarda gazetelerde boy göstermeniz sağlandı.
Çünkü sizin aşırı sağcı serseri lümpen’i dahi yeri gelecek hukuk ve insanlık adına savunacak kadar kişiliğimiz kimliğiniz gelişmemiş, bu yüzden ‘toplum’ olamaz hukuk inşa edemezsiniz. Nefret etmek sevmemek karşı olmak başka şey, hepimizi bir arada tutan hukuk’u her şeye rağmen savunmak başka şey.
İki ırkçı manyak gösterip bir ülkenin hukuk’unu yani hepimizin güvencesini işte böyle elimizden aldılar.
Eski Japonlar’ın seks kitaplarında yazar dedim telefondaki arkadaşa, kadınlar ‘orgazmı sürekli her daim’ yaşamak için, vaginalarına bir çift misket koyarmış, gezdikçe dolaştıkça, şıkır şıkır eder her adımda orgazm olurlarmış…
O bir çift misketi yirmi yıl var ki gazetelerde ekranlarda ağzınıza atmış şıklatıp duruyordunuz, ne güzel işte. A deseniz de orgazm halindesiniz B deseniz de, onaylasanız da orgazm halindesiniz karşı çıksanız da.
Genelkurmay’ından sokaktaki serserisine kadar (ele geçirilmiş) hukuk’unuza karışan yok, dokunmaya hiç kimsenin gücü yok, daha neden rahatsızsınız?
Her gün on asker on polis şehit oluyor, iktidardaki sorumluların söylediği tek şey: ‘işinize bakın siz’.
Firavunlar’ın işi de zordu, suyun içinde olacak şey mi, her mevsim Nil’i bereketlemek için Nil suyunun içinde rahipler gözetiminde mastürbasyon yapıp spermlerini Nil suyuna bırakırdı…
Kendine liberal özgürlükçü diyenler hukuk’un içine firavunlar spermlerini hangi rahiplerin gözetiminde bıraktı?
Nihat Genç
Odatv.com
Hiç yorum yok...