Yıl : M.Ö 668.
Yer: Mezopotamya
ASUR’un acımasız kralı düşmanlarının önce kollarını ve başlarını kestirtti, gözlerini oydurttu, kimilerini de diri diri ateşe attırdı.
Bir süre sonra gücünü geliştirmek öyle başını döndürdü ki, yüzdürttüğü insan derileri ile kentin girişindeki surları kapattırır…
Şüphesiz ASUR’lu acımasız kralın tarihin ne ilk ne de son örneğidir. Zalimliğin kaynağı çok eskidir bu topraklarda.
Tarih kitaplarını okurken eminim hepimizin yaşadığı bir algı var; o da tarihte insanların ne kadar acımasız olduğu, tarihin ne yazık ki bu tür acımasızlıklarla dolu olduğunu görürüz. Bu acımasızlık karşısında irkilmemek imkânsız.
Şiddet her zaman tüm evrene egemen olmuştur. Hiçbir zaman olur böyle şeyler diyecek kadar az olmamıştır. 21. Yüzyılın en şatafatlı yüzyıl olduğu, Uzay Çağı olduğu söylenirken şiddetin, acımasızlığın tarihin karanlık sayfalarını aratmayacak kadar çok olması ne garip! IRAK
Tuhaf zamanlardan geçiyoruz bugünlerde. Hemen herkes bu cümleyi endişeli bir tonla kullanıyor. Çünkü korku her yeri sardı yine. Haksızlığa baş kaldıran insanların, adalet ve hak isteyen herkesin üzerine zırhlı araçlarla, gazlarla saldırılırken, parasız eğitim isteyen herkes saçlarından sürüklenerek, delikanlıların boğazlarına sarılırken, hepimizin telefonları dinlenip en insani sözcüklerin bile boğazımızda düğümlenip, kanıt olacak belki bir gün yüzümüze çarpılır bir gün deyip susuverirken. Ülkenin aydınlarının bir gece ansızın evlerinden alınırken, memleketin dağına, suyuna, ağacına sahip çıkan nineler bile tehdit edilip tartaklanırken ve bütün bu olup bitenleri sizin iyiliğiniz için yapıyoruz diye açıklanırken, biz eğer tüm bunlar olurken yaşamaya katlanabiliyorsak bu işte bizim de payımız olduğunu düşünüyorum.
Bu zalimlikler bazı dönemlerde çığırından çıkar. Gücü eline alan bu gücü elinde tutmak için acımasızlaşır. Tıpkı 12 Eylül faşist cuntasının, ülkenin aydınlarının, devrimcilerinin ve Kemalistlerin üzerinden silindir gibi geçince artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını gördüm.
Bir merhametsizlik sardı ülkeyi. Yaratılan siyasi şiddet en yakın dostları bile parçaladı. Dayanışmayı imkânsız kılan bu çürüme bugün en asgari talepler için bile bizi bir araya gelemeyen insanlar yaptı. Ne yazık ki bir arada duramıyoruz…
Tanıdığımız bir şahıs cezaevine götürüldüğünde acaba bir şey mi yaptı diye düşünebiliyoruz. Sevgili dostlar faşizm kötü adamların aniden gelip iyi adamların ağzını burnunu kırmadı değildir yalnızca. Faşizm insanlığın insanlıktan ağır ağır sıyrılarak çıkarılmasıdır. Eğer böyle olmasaydı hiçbirimiz bu hayata katlanamıyor olurduk.
Faşizm tüm felaketler içinde en kolay kılık değiştirenidir. Binlerce kez tarif edilmiş olmasına rağmen uzaktayken teşhis edilememiştir. Kendini gösterdiğinde ise çok geçtir. Çünkü dokunduğu her şeyi çürütür ve öldürür.
Faşizm bunu yaparken kendisini zamana yayar ve kar uykusunda gibi gösterir ve de tereddüt yaratarak yapar. Acaba dur bir daha bekleyelim belki de korktuğumuz gibi değildir derken yavaş yavaş uyuşturur insanı. Kötülüğü iyilik gibi göstermeye sahiptir kendini. Önce insanlık onurunu ortadan kaldırır. Razı gösteren ve zulmü meşrulaştırıp olgunlaştıran sessiz halk yığınlarını hedefler. Yoksulların toplu konut projeleriyle şehrin dışına dev beton konserve kutularına konulup birbiriyle iletişimleri kesilir. Yazarlar, aydınlar, gençler cezaevine tıkıştırılır. Televizyonlar, gazeteler iktidarı alkışlayanlara açıktır. Beğendiğimiz herkes terörist ilan edilir. Ölü evlatlarının mezarlarını arayan anneler bile tekme tokat dağıtılır. Susun uslu bir halk olun, yoksa sesinizi keserim denir. Diz çökün denir. Yine de bunun bir kader olmadığına, değişeceğine inancınız vardır. Hep var olmaya da devam edecektir.
Ünlü Amerikalı Sanatçı Bob MARLEY ırkçılığa, nefrete ve ötekileştirmeye karşı savaşa adamıştı kendini. İnsanların hayatını barış ve sevgiyle iyileştireceğine inanmıştı. Ve bir gün ötekiler kendisini vurdular. Buna rağmen 2 gün sonra yaralı haliyle sahneye çıktı ve dünyayı daha kötü yapmaya çalışanlar tatil yapmıyorlar, ben nasıl yapabilirim der ve sloganı da “Karanlığı aydınlatın” dır.
Tıpkı bir zamanlar ülkemizde duvarlara yazılan yazılardaki gibi;
“Bu düzen böyle gitmez, yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarında”
Akıl ve bilime zincir vurulamaz. Bu işi becerse idi 33 yıl boyunca ülkeyi istihbaratla, baskı ve zulümle yöneten Kızıl Sultan Abdülhamit başarırdı.
Onun döneminde çocuklar “Padişahım çok yaşa” diye yetiştiriliyorlardı. Bu çocuklar büyüyüp onu alaşağı ettiler. Şiddetin ve baskının bir toplumu yıldırtsa bile insanlık tarihi boyunca sürekli olmayacağını, bir direnişin her zaman çıkacağını göstermiştir.
Spartaküsler her zaman Pir Sultan’la var olmuştur. Tıpkı MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ün “Ülkem özgür değil ki ben nasıl özgür olabilirim?” deyip ayağa kalktığı gibi.
Bugün ülkemizde yönünü köhnemiş imparatorluğa dönenler Ebusuudları, İskilipli Atıfları, Saidi Nursileri örnek alanlar siz onların izinden gidin.
Biz MUSTAFA KEMAL’in ayak izlerinden gidiyoruz, gitmeye de devam edeceğiz…
Saygı ve Sevgilerimle
CHP Y.mah. Hukuk ve İnsan hak. Sorumlu
Başkan Yardımcısı
Fatma EROĞLU
Hiç yorum yok...