Şeyh Edebali’ye atfedilen güzel sözlerden birisi de, “Şu üç kişiye acıyınız; Cahiller arasında kalan âlime, Zenginken fakir düşene, Hatırı sayılırken itibarını kaybedene” sözüdür.
Şeyh Edebali bunu söylerken aslında bir empati yapmaktadır.
Acımaktaki kastı üzülmek olsa gerektir.
Onların ne kadar büyük sıkıntılar duyacağını düşünerek, onlar için üzülmek, onları anlamak gerektiğine işaret etmektedir.
Bu sözle anlatılan, var olan bir “üstün değeri” yani, bir maddi zenginliği veya nüfuzu, itibarı kaybetmesi halinde insanın manen son derece zor durumda kalacak olduğudur.
Yoksulluk kader değildir, ama yaşamını hep yoksulluk içinde geçirmiş olanlar için bu durum artık kanıksanmış olduğundan, maddi olanaksızlıklar onlar için sıradan olaylardır.
Çünkü onlar, hiçbir zaman varlıklı olmadıkları için bunun ne demek olduğunu bile bilmemektedir.
Ancak, varlık içinde yaşamış, yokluk nedir görmemiş bilmemiş insanlar için yoksulluk, dayanılmaz bir acıdır.
Zira onlar, varlığı, zenginliği görmüştür, ne olduğunu bilmektedir.
O nedenle refah içindeyken yoksul yaşamak zorunda kaldıklarında bu, onlara çok daha zor gelecektir.
Halkımızın sıkça kullandığı ”Allah kimseyi gördüğünden geri koymasın” sözü de bu zorluğun bir başka ifadesi değil midir?
Cahiller arasında kalan bir âlimin durumu da zenginken fakir düşenden pek farklı değildir.
Orada, onu anlayacak kimse yoktur.
O nedenle ilim irfan sahibi olması bir değer ifade etmemektedir.
Onun donanımlı birisi olması hiçbir önem taşımamaktadır.
Diğerleri gibi sıradan olmak onun için acıların en büyüğüdür.
Aynı şekilde, hatırı sayılır, itibar edilen, nüfuz sahibi birisi iken, itibarını kaybeden insanın da manevi olarak büyük acı çekmemesi mümkün değildir.
O, maddi zenginlikten daha büyük bir değeri, onurunu, itibarını kaybetmiştir.
Bu durumda, acısının da büyük olması kaçınılmazdır.
Onursuz ve itibarsız yaşamış insanlar için böyle bir şeyi yitirmek söz konusu olmasa da hatırı sayılır bir insan için bu değerlerin kaybedilmesine alışmak kuşkusuz çok güç olacaktır.
Şeyh Edebali kendi yaşadığı konjonktür içinde haklıdır!
Ve bugün yaşamış olsa, bu sözü üç değil de, dört kişi için söylemesi de kuvvetli olasılıktır.
Muhtemelen o dördüncü kişiyi de “duyarlı aydınları, gazetecileri, ordusunun komutanları bir bahaneyle ‘içeri’ atılan, laik bir cumhuriyette yaşarken ortaçağ karanlığına sürüklenen, savaş çığırtkanlarınca yönetilen, evrensel değerler varken dini referanslara göre hareket etmeye zorlanan, düşünce, ifade ve gösteri özgürlüğünü kullanamayan ve daha da önemlisi, vurdum duymaz olmayıp bütün bunları fark eden” diye tarif edecektir.
Ve belki de, en çok bu kişiye acıyın diyecektir!
Çünkü onun duyduğu acı, diğer üçüyle mukayese bile edilemeyecek kadar büyüktür.
Bilenler bilir!
Mustafa T. Turhan
Hiç yorum yok...