Medyanın çok satışlı gazete köşelerinde kör kör parmağım gözüne bir sıkıntı var; bizim enteller (ya da yeni mandacılar) Atatürk konusunda ıkıntı içindeler; İslamcılarla içtikleri su ayrı gitmiyor; açıktan Mustafa Kemal’e karşı çıkamıyorlar; Kürtçülerle birlikte ne yapacaklarını bilemiyorlar; doluya koyuyorlar, almıyor; boşa koyuyorlar, dolmuyor; hakları da yok değil; halk Atatürk’e öyle bir sarılmış ki ne yapsan boşuna!.. Ancak özel söyleşilerde fiskos sürüyor:
“- Olur mu canım, koskoca ülke bir tek adama bu denli bağlanır mı?..”
“- İlkellik!.. Ne ingilize anlatabilirsin bu sevgiyi, ne Fransıza, ne de bir başka uygar topluma bu bağlılığı açıklayabilirsin…”
“- Bir tür puta tapmak!..”
Sokaktaki yurttaş, Atatürk’e gönül vermiş; toplumun bilinci ödün vermiyor, ille de Atatürk…
Mustafa Kemal daha başlangıçta çok kişinin canını sıkıyordu, Falih Rıfkı Atay ‘Çankaya’sında anlatır; 1920’lerde İstanbul’da yaşayıp işini tıkırına bağlayanlar arasındaki eğilim neydi?.. “Ah Yunanlılar, şu Kuvayi Milliye’nin hakkından gelseler de hem Mustafa Kemal’den hem İttihatçılardan kurtulsak” diye bekleşenlerin haddi hesabı yoktu. Babıâli’de “Verçinlur” gazetesinin sahibi Zaven alay edermiş:
“Anadolu’da Mustafa Kemal
İstanbul’da Ali Kemal..
Asayiş berkemal.”
Mustafa Kemal’in Anadolu direnişini “çılgınlık” diye niteleyip Kemalistleri ülkeyi maceraya sürükleyen “deliler” olarak görenler o yıllarda güçlüydüler; yazdıkları ve söyledikleri mantığa ve sağduyuya da uygun görünüyordu; Mustafa Kemal’i baş belası sayanlar saymakla bitmezdi; ama madalyonun bir de arka yüzü vardı. Falih Rıfkı tarihin o yüzünü usta kalemiyle çiziyor:
“Kılıksız kıyafetsiz, yoksul ve biçare halk, batan bir devletin yerine geçecek yeni bir Türk devletinin temellerini attıklarını bilmeksizin, dişi ve tırnağı ile uğraşıyordu. Bu, komutanların ve subayların erlerle omuz omuza, kara namlu deliği ve süngü pırıltısı önünde insan cesaretini tarife ihtiyaç bırakmadıkları bir ölüm kalım boğuşması idi. Atından inerken bir kemiği kırılan Mustafa Kemal, güçlükle doğrularak:
- Ya sen ya ben.. demişti.
Ya Kral Konstantin, ya o…”
Aradan üç çeyrek yüzyıl geçti; yeni mandacılar, Kürtçüler ve şeriatçıların karşısındaki en büyük düşman kim?..
Mustafa Kemal!..
Kemalistler “entel-şeriatçı-Kürtçü ittifakı”na göre baş belasıdır.
Ne var ki halkın büyük çoğunluğu da inadına Atatürk sevgisine bağlanmış!.. Yurttaş, varoluşunun kaynağını Mustafa Kemal’de buluyor; “Aydınlanma” “insan” olmak demektir; şeriatın karanlığına karşı el ele verenlerin oluşturduğu insan zinciri Anadolu halkının güvencesidir. Doğrudur, “Türkiye’nin tarih serüveninden geçmemiş, varoluş ya da yokoluş sınavını tüm gözenekleriyle yaşamamış bir Fransıza, İngilize, Amerikalıya Türkiye’nin gerçeğini anlatmak çok güçtür. 1919’da Avrupa bizim için şu kararı açık seçik vermişti:
“Türkler cezalandırılacak, Avrupa’dan kovulacak, insanlık bu beladan kurtulacaktır.”
Avrupalı bizi nasıl anlayabilir… Ancak bir tek koşulla: Gerçek bir aydınsa, Batı’nın dışındaki dünyaya insan gibi bakmasını öğrenebilmişse…
İlhan Selçuk
Cumhuriyet
7 Kasım 1997 tarihli yazısı
Hiç yorum yok...