TÜRKİYE ANAYASASInın Türkiye’nin gerçek işleyişini tam anlamıyla yansıtmadığını, kamuoyunu bu konuda bilgilendirmediğini düşündüğümü öncelikle söylemek isterim. Türkiye anayasasının çok ayrıntılı olduğu söylenir, Bu yönetmelik gibi bir şey denir. Bir ölçüde de haklıdır bu eleştiri, ama buna rağmen bu anayasanın Türkiye’nin gerçek işleyişini tam olarak yansıtmadığını düşünüyorum. Anayasaya baktığınız zaman, silahlı kuvvetlerin kime bağlı olduğunu, başkomutanın kim olduğunu tam olarak anlayamazsınız. Sade yurttaşın bunu okuması ve bundan sonuç çıkartması kolay değildir. Anayasamız başkomutanın TBMM’nin manevi şahsiyeti olduğunu söylüyor. Düz bir mantıkla okuduğunda manevi bir başkomutan olmaz diye düşünüyor insan. Manevi şahsiyeti, barışta Cumhurbaşkanı, savaşta Genelkurmay Başkanı gibi karışık bir tanım olduğu öngörülüyor. Bu anayasanın gerçek durumu yansıtmadığını söylerken asıl anlatmak istediğim şey Türkiye’nin Başbakanı’nın konumudur. Ben başbakan yardımcılığı yapmış birisiyim. Türkiye, çoğu devletler gibi yasama, yürütme ve yargıdan oluşuyor. Anayasamız yürütmeyi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu diye tanımlıyor, Başbakanınadı yok. Yürütmenin başı Cumhurbaşkanı.
Oysa Türkiye’nin gerçek işleyişinde kilit konumda olan kişi başbakandır. Türkiye’de“ Başbakanlık Rejimi” vardır. Milli Güvenlik Kurulu’na da herkesin düşündüğünün aksine başbakan hâkimdir, Bakanlar Kurulu’nun başı başbakandır hele şimdi başbakan arkadaki Meclis Başkanı’na dönüp diyorki; “bunları sen mi susturacaksın ben mi susturayım”. Yasamaya hâkim yargıya hâkim bir yapı var. Şimdi bu yapıdan çıkıp Türkiye hangi yapıya götürülecek doğrusu merak ediyorum. Bunların çok iyi bilinmediğinden kaygı duymaya başladım.
Türkiye’de “Başbakanlık Rejimi” vardır.
Amerikan başkanı savaş açma yetkisine sahiptir, birlikleri görevlendirme, çatışmaya sokma yetkisine sahiptir ama büyükelçi tayin edemez, büyükelçiyi kongre onaylarsa tayin edebilir.Sayın Erdoğan buna ne diyor bilmiyorum. Bütçe açısından da öyle, sonuçta bütçe yönetimin erkinin sergilendiği yer. Acaba gerçekten istikrar diye bu mu kastediliyor, tam bilemiyorum. Geçtiğimiz günlerde Fransa’da yapılan seçimlerde (denk düştü bizim 87 seçimleri gibi oldu) sağ sandığa gitmedi de sosyalistlerin oyu yükseldi ve sosyalistler parlamentoya egemen oldular. Ama olmayabilirdi de. Sosyalist cumhurbaşkanıyla farklı partilerin oluşturduğu bir parlamento da olabilirdi. Yarı başkanlık rejimi istikrarın güvencesi değil. Yarı başkanlık ya da başkanlıkta yetkiler daha güçlendirilecektir gibi bir gerekçeyle de bence olmaz. Aslında başkanlık rejiminde parlamentonun gücü bizim bugünkü rejimimizle karşılaştırılmayacak ölçüde güçlü olacaktır. Kontrol ve denge (Check and balance) dedikleri sistem orada bütün gücüyle işlemektedir. O nedenle konunun yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.Avrupa’da başkanlık sistemine gidilmeden de Cumhurbaşkanının seçildiği ülkeler var, örneğin Avusturya. Avusturya’da Cumhurbaşkanı seçimle gelir ama başkanlık sistemi değildir. Öte yandan federal bir yapıya sahip olmak da mutlaka başkanlığı gerektirmiyor. Almanya’yı da burada örnek olarak vermek istiyorum. Almanya federal bir ülke, eyalet parlamentoları var, eyalet başbakanları var. Alman Cumhurbaşkanı olsa da olur olmasa da olur kabilinden bir konumdadır. Almanya’daegemen olan başbakandır, tıpkıbizdeki gibi. Ben sözcüklere,kavramlara, kurumlara tutsak olmadan; ne düşündüğümüzü, ne istediğimizi ortaya koyarak ilerlemenin daha uygun olduğunu düşünüyorum. Eğer istikrar isteniyorsa, Yunanistan’da en çok oy alan partiye 50 tane de bonus milletvekili veriyorlar istikrar için. İspanya üniter devlet, Almanya’da federal devlet ama bana sorarsanız İspanya federasyon gibi, federal olmasına rağmen Almanya’da üniter devlet gibi. Burada CHP’nin Anayasa çalışmalarına katılımınında çok önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin güçlü bir demokrasisi olması lazım. Devletin üniter yapısını, ulus devlet yapısını, toprak bütünlüğünü ve ulusumuzun tümlüğünü önemsiyorum. Sosyal demokrat birisiyim ama bu dediklerimi de Cumhuriyetin kutsal üçgeni olarak görüyorum. Buraya takılıp kalmış birisi değilim. Bunları savunmamın nedeni bu topraklarda ayakta kalabilmektir. Ben şöyle bir siyasi hipoteze inanıyorum. Bizim derdimiz barış içinde, huzur içinde, eşitlik içinde, demokrasi içinde yaşamaktır, bende bunun için siyaset yapıyorum. Kendimi bir sosyal demokrat, bir cumhuriyetçi olarak görüyorum bunun için siyaset yapıyorum. Bu topraklarda barış içinde, huzur içinde, eşitlik içinde, refah içinde yaşamak için bunların olmazsa olmaz olduğunu düşünüyorum. Yalnızca bir siyasi hipotez olarak görmüyorum, bunu geçerliliği irdelenmiş ve sonuçları görülmüş bir iddia olarak seslendiriyorum. Anadolu’daki siyasi örgütlenmenin; üniter olması lazım, ulus devlet niteliği taşıması lazım, farklı etnik köklerden ve inançlardan geliyoruz ama bizim tek bir millet olmamız lazım ve topraklarımızın bütünlüğünü sağlamamız lazım. Bu böyle olmazsa, biz yaşayamayız. Nereden malum, nereden biliyorsun? Yugoslavya’dan biliyorum, Rusya’dan biliyorum, İran’ın güneyindeki çatışmaları Lübnan’ın hiç bitmeyen çatışmalarını biliyorum. Irak’ta federatif yapının neler getirdiğini her gün görüyorum. Bunlara bakarak diyorum ki, biz böyle olmalıyız. CHP katıldığı süreçte bunları da savunmalı, bir yandan da Kürt sorununun çözümünde, demokratikleşmenin hızlandırılmasında, güçlendirilmesinde yeni katkılar ortaya koymalı, bunu yaparken eşitlikçi, sosyaldemokrat tavrını da ortaya koyabilmeli.
Dünyada egemen olan anlayış, yeni kurumlar inşa etmek
Son yıllarda dünyada egemen olan anlayış yeni kurumlar inşa etmek. Bizim derdimiz çok basit olarak; eşitlik, özgürlük ve dayanışma. Bunun için ne yapmak lazım, bir kısım dedi ki, üretim araçlarının mülkiyeti devlette olsun, olmadı. Çözüldüğü zaman çok büyük zenginler olduğunu gördük. Diğer seçenek, sosyaldemokrasinin altın dönemi denen 1946 ile 1980 arasındaki dönemde gelirin ikinci elden dağılımını öngören refah devleti yaklaşımıydı. O da tıkandı. Ben buradan bizim yeni kurumların inşası sürecinde, bazı tezleri getirip oralara monte etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bizim için önemli olan eşitlikçi kurumların işlememesi, büyümenin niteliksiz olması. Türkiye büyüyor ama Türkiye’nin büyümesi niteliksiz. Sosyal demokratlar için büyümenin nitelikli olması demek; gelir dağılımının iyileştirilmesine katkıda bulunması, istihdam düzeyini yükseltmesi demektir. Bir büyüme bu ikisini gerçekleştiriyorsa iyidir. Bence biz yeni kurumların inşası sürecinde büyümenin yanında bu ikisini de güvence altına alacak kurumları düşünebilmeliyiz. Anayasanın iktisadi yönünü emek açısından, eşitlik açısından biz üstlenmeliyiz...
Hiç yorum yok...