Büyük usta, dahi mimar ve mühendis Sinan ölümünün 424. yılında, 9 Nisan’da tüm Türkiye’de anılmaktadır. Mimar Sinan’ın yarattığı eserler çağının çok ötesinde anlamlar ve güzellikler taşıyarak günümüze kadar ulaşmıştır. Sinan’ın bilgi, deha ve estetiğinin eserleri arasında hem Türkiye’de hem de Avrupa’da inşa ettiği köprüler de çok önemli yer tutmaktadır. Romanlara bile isim olan bu muhteşem eserler geçen yüzlerce yıla rağmen doğaya ve insanoğluna inat ayakta durmakta, sapasağlam birer belge olarak bize hem mimarlığı hem de mühendisliği anlatmakta, tanıtmakta ve hatta öğretmektedir.
Bu anlamda belki de en çarpıcı örneklerden birisi Koca Sinan’ın bugün Bosna Hersek Devleti sınırları içerisinde kalan Drina Köprüsü’dür. Köprü, 7 metreyi geçen genişliği ve 180 metreyi bulan uzunluğu ile İvo Andriç'in Nobel edebiyat ödülüne layık bulunan “Drina Köprüsü” isimli romanı ile de tüm dünyada tanınmaktadır. Üzerinde kurulan Drina nehri ile birlikte bu muhteşem mimarlık ve mühendislik eserine bakıldığında aradan geçen 450 yıl içerisinde (1577 yılında inşa edilmiştir) Drina’dan bugünkü Çaycuma Köprüsüne nasıl gelindiğini anlamak doğrusu zihinleri çok ciddi olarak kurcalaması gereken bir konudur.
6 Nisan (2012) sabahına uyandığımızda Zonguldak – Çaycuma’dan gelen haber Büyük Usta Sinan’ın ölüm yıldönümünde yüzümüzde bir tokat gibi patladı. Çaycuma ilçesinin en önemli bağlantı yolu olan Filyos çayı üzerinde kurulu Çaycuma Köprüsü’nün bir bölümü üzerindeki araç ve yayalar ile birlikte azgın suların içerisine gömülmüştü. Köprü üzerinden geçen bir minibüs, bir otomobil ve beş yayayı yutan çayın suları henüz 15 canı geri vermedi. Bu köprü felaketi aslında mimarlık ve mühendislik alanında ülkemizde nasıl olur da Sinan’ın bize bıraktığı 400 yılı aşkın deneyim ve bilgiyi bırakın geliştirmeyi daha koruyamadığımızı sorgulamamız için önemli bir kırılma noktası da olmayacak mı?
Burada şunu sormak gerekir belki de; Mimar Sinan’ın Drina Köprüsü’nden Çaycuma Köprüsüne ne değişti? Nasıl geldik? Neden başarısız olduk? Ortada bir ihmal olduğu kesin. Ama bu felaketi yaratan nedenleri sorgularken daha derinlere, felaketin arka planına hatta ülkemizde inşa edilen köprülerin daha kaçının Çaycuma Köprüsü gibi olduğunu bilip bilmediğimize de bir baksak. Bir tarafta “DÖNÜŞÜM” nidaları ile ortalığı kasıp kavururken elimizde ürettiğimiz Çaycuma Köprüsü gibi yapılar ile aslında “GERİYE DÖNÜŞ ve BAKIŞ”ı bile başaramamış olmamız, kentlerimizi beton yığınlarına teslim ederken, Sinan’ın muhteşem dehasını çok ucuz ve niteliksiz örneklerle ancak taklit etmekten öteye gidemediğimizi gördüğümüzde vicdanlarımız sızlıyor olacak mı? Bu organize denetimsizliğin, vurdumduymazlığın, sorumsuzluğun sorumluluğunu kimler taşıyor ne zaman sorgulayacağız? Daha kaç tane köprünün, binanın yıkılmasını, otoyolun çökmesini, kaç canın yok olmasını bekleyeceğiz? Çözümü “Kentsel Dönüşüm” adı altında ülkeyi çok katlı betonarme apartman kimliksizlikleri ile onların yataydaki benzerleri köprüler inşa ederek bulunacağını iddia edenlere nasıl cevap verilecek?
Çaycuma faciasının bize neler hatırlattığını anlamak ve geç kalmadan nereden nereye geldiğimizi görmek için daha ne kadar beklememiz gerekecek?
Ali Tolga Özden,
ODTÜ Mimarlık Fakültesi
Hiç yorum yok...