Almanya’da Hitler’i diktatörlük sürecine taşıyan, genel seçimlerden çok bir referandum olmuştur.
Bir gümrük memurunun oğlu olan Hitler, başlangıçta güzel sanatlara merak sarmıştı. Sınavı kazanamayınca asker olmak istedi. Başvurdu.
Şu yanıtı verdiler:
“Askerliğe uygun değilsin.”
Derken I. Dünya Savaşı patladı. Herkes askere… Gönüllü olarak Bavyera Piyade Alayı’na katıldı. Savaş bittiğinde hastanedeydi. Almanya’nın kaybetmesine kahroldu.
Siyasete adım attı. Nazi Partisi’ne katıldı. Siyasette güçlü olmak için kendince iki yol çıkardı:
Etkin propaganda ve saldırganlık…
Parti içinde tartışılan bu yöntem kabul gördü. Hitler 32 yaşında sınırsız yetkiyle partinin genel başkanlığına getirildi.
O dönem Weimar Cumhuriyeti’ne karşı halkın hoşnutsuzluğunu arkasına aldı. Münih’te ünlü Hofbrauhaus birahane salonunda iktidarı ele geçirme yöntemlerini açıkladı. Tutuklandı. Hapiste kaldığı 9 ayda Mein Kampf (Kavgam) kitabının birinci cildini yazdı.
Çıkınca partisinin başına daha güçlü geçti. Her yöntemi kullanıp halkı arkasına aldı.
1930 seçimlerinde ikinci parti oldu. 1932’de sanayi çevrelerinin baskı yapmasını sağlayarak başbakanlık koltuğuna oturdu.
Başbakanlık koltuğunda ilk işlerinden biri şu oldu:
Büyük çaplı tutuklamalar!
Bunun için parlamento binasını yakıp sorumluluğu solculara yıkmak gibi akla gelebilecek her türlü komployu denedi.
1934’te daha da güçlü lider olmak için genel seçimler yerine referanduma gitti. Şunu oylattı:
Önder ve şansölye unvanları birleştirilsin. Almanya’yı çok güçlü bir lider yönetsin. Buna evet mi hayır mı?
Her türlü propaganda ve yönlendirme kullanıldı. Yüzde 90 evet çıktı.
Sonrası malum… 1945’e dek Almanya otoriter bir polis devleti kıskacında kaldı.
Konu Avrupa’dan açılmışken bir örnek daha verelim…
Portekiz’i 36 yıl diktatörce yöneten Antonio de Oliveria Salazar, hukuk fakültesi mezunu, iktisat dersleri veren bir akademisyendi.
1926’daki darbenin ardından önce maliye bakanlığı sonra başbakanlık koltuğuna oturdu.
Başbakanlık koltuğuna oturduktan sonra ilk işi şu oldu:
Yeni devlet… Yeni anayasa…
Yeni anayasanın ruhu şuydu:
Başbakanın yetkilerinin arttırılması ve görevden alınmasının zorlaştırılması!
Artık Salazar’ı bir kişi görevden alabilirdi:
Vücudu!
1968’de felç geçirince başbakanlık koltuğunu terk etmek zorunda kaldı.
Dünya siyasi tarihi göstermektedir ki; bir başbakan göreve gelince, mutabakat falan aramadan “ille de yeni anayasa” diye tutturmaya başlamışsa, bütün değişiklikleri kendisi için istiyor demektir.
Diktatörlük zihniyetinin askeri-sivili yoktur. Her kesimden çıkabilir.
Mustafa BALBAY
Cumhuriyet - 16/09/2010
Hiç yorum yok...