Haberler


DEVLETÇİLİK (2)
  • Yorumlar: 0
  • 07 Eylül 2005 19:22
  • Haber kategori: Çayyolu
  • Ekleyen:
  • Ziyaretler: 2127
  • Son Güncelleme: -/-
  • (Güncel Beğeni 0.0/5 Yıldızlar) Toplam Oylar: 0

DEVLETÇİLİK (2)

0 0

Konunun Önemi:

Önemi nedeniyle, bu ve bundan sonraki yazılarımızda da devletçilik ile ilgili konunun üzerinde biraz daha durulmasının yararlı ve uygun olacağı kanısına vardık. Bir anımsatma yaparsak, bundan önceki yazımızı bir öneriyle sonlandırmış ve demiştik ki; devletçilik ilkesini ekonomik alanın dar kalıplarından kurtararak, bütün kurum ve kurallarıyla işleyen bir devlete sahip olma ve onu her alanda koruma biçiminde daha çağdaş bir yorumla tanımlayabiliriz.

 

Peki hemen soralım; soyut bir kavram olan devletin kurum ve kurallarıyla işlemesini kim sağlayacaktır? Elbette o devletin yurttaşları, yani toplumu oluşturan bireylerin her biri... Benden bize, bireyden topluma giden, ulusal bir bilinç yolunda ve aydınlığında... O nedenledir ki; parktaki oturma kanepesinden tutun da, ülkemizdeki dağlar, denizler, gemiler gökteki uçaklar, topraklar ve üzerindeki tüm ormanlar, sözü özü devlete ait ne varsa bizim ortak malımızdır. Elbette onları kullanma hakkı gibi, onların korunmasından da ortak sorumluluğumuz vardır.

Devlete ve Devletin malına sahip çıkma adına, birkaç anekdota yer vereceğiz; Devletin malı deniz yemeyen domuz diyen domuzlara, Devletin mallarını tahrip eden magandalara olursa, ders ve örnek olsun diye...

 

Devletin camlı masası:
Yıl 1958, T.C. Emekli Sandığında, çiçeği burnunda bir memuruz. Bir gün bir vaveyla kopar; sanırız şef konumunda bir ağabeyimizdi, Adı da Kerami Bey'di; yaşıyorsa Allah selamet versin, ölmüşse Allah rahmet eylesin. O ağabeyimiz "Devletin camlı masasına elinizi vuramaz, Devlete hakaret edemezsin!!!" diye bir iş takipçisine avazı çıktığı kadar bas bas bağırıyordu... Belli ki, şefte bizim gibi kendisini devletin memuru, sandığın mallarını da devletin malı gibi görüyordu. Gerçi Sandık 5434 Sayılı Yasa ile kurulmuş, özel statülü bir kurum, bizler de barem ücretli "memur misilli" yani memur değil memur gibi çalışanlardandık. Olsun, devlet memurluğu bizim için çok önem verdiğimiz bir güvence, bir koruma kalkanıydı o zamanlar. Kerami Beyin iş takipçisine kızgınlığı, kendisine yapılmış kabalıktan öte, Devletin ona vermiş olduğu masaya, hem de camlı masaya (?!) yazlanılmış, dolayısıyla masaya saygısızlık edilerek Devlete hakaret edilmiş olmasıydı. Büyüklerimiz araya girdi, iş takipçisi elini masadan çekip özür diledi, kendisinin yorgunluğu nedeniyle masaya dayandığını, asla hakaret gibi bir amacının bulunmadığını söyledi ve iş tatlıya bağlandı.

O zamanlar bir askerin, bir polisin elbisesinden bir düğme koparılmasına neden olacak bir eşlemin, devlete saygısızlık yapıldığı kabul edilerek, bilmem ne kadar ağır cezası olduğu söylenirdi. Devlet malına dokunulmamalıydı. İşte şimdi dudaklarımızda buruk bir gülümsemeyle anımsadığımız o günkü olayda, bizim Kerami ağabey de bu mantık ve düşünceyle Devletin masasını, dolayısıyla Devletin saygınlığını korumaya çalışmıştı.

 

Devlet Eşkiya ile Pazarlık Yapmaz
Yıl 1972, Türkiye'de olağanüstü günler yaşanıyor. Olağandışı kurulmuş ve ancak ülkemizin iki büyük siyasi partisi CHP ve AP'nin kerhen desteklediği hükümetler dönemi devam etmektedir... Bu olağanüstü kurulmuş hükümetlerin başbakanlarından birisi de CHP'den istifa ederek bağımsız oluvermiş -artık ne kadar bağımsız ise- Nihat Erim'dir. Burada belleğimiz bizi yanıtmış da olabilir düşüncesiyle ve olasılıkla belirtelim ki, anlatacağımız olay sırasında Başbakan, rahmetli Ferit Melen de olabilir. Çünkü, 22.05.1972 - 20.04.1973 döneminde 35. Cumhuriyet Hükümetinin Başbakanı Ferit Melen'dir. Hangisi olursa olsun burada asıl vurgu yapacağımız kimse başbakan değildir.

1972 yılının Mayıs ayında ilk kez bir Türk uçağı yurt dışına kaçırılmıştır. THY'nin DC-9 tipi "Boğaziçi" adlı uçağı zorunlu olarak dört Türk korsan tarafından Bulgaristan'ın Sofya Havaalanına indirilmiştir. Uçağı kaçıranlar, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının serbest bırakılmalarını istiyorlar. Başbakan, hemen İsmet Paşa'dan görüşme isteminde bulunarak Pembe Köşke çıkıyor.

İsmet Paşa o zamanlar Devlet ve hükümet de hiçbir resmi görevi bulunmamaktadır. Hatta CHP içindeki konumu bile iyici zayıflamıştır. İleride Kısım/1972 ayında, CHP'den milletvekilliğinden ayrılacağı gibi, 08.05.1072 günü CHP'nin Genel Başkanlığından da istifa etmiştir. Ancak kaçırılan uçağın yolcuları arasında Paşa'nın büyük oğlu, Ömer İnönü de bulunmaktadır. Başbakan köşke çıkarak hem bu durumu haber vermek, hem de ne yapılmasının gerektiği konusunda Paşanın düşüncesini almak istiyor. Öyle ya; Yüce Atatürk dememiş miydi ki; "Müşküllerimizde İsmet Paşa'ya danışınız" İşte şimdi bir çıkmazın içindeydi başbakan; korsanların istemini yerine getirmeli miydi, yoksa Ömer İnönü de dahil tüm uçak yolcularının yaşamını tehlikeye mi atmalıydı?

Paşa Başbakanı dikkat ve sükunetle dinler ve der ki; "Koşullar ne olursa olsun Devlet eşkıya ile pazarlık yapmaz!!!"

Çok şükür, yapılan başarılı bir operasyon ile tüm yolcuların hayatları kurtarılır. Burada asıl olan, gerçek ve büyük bir Devlet adamı tarafından Devletin itibarı kurtarılmıştır. Her insan adam, her adam siyasetçi, her siyaset adamı da Devlet adamı olamaz. Kaç baba, vatan çıkarları ve Devletin itibarı uğruna, gözünü kırpmadan oğlunu feda edebilir? Hem Atatürk'ün önderliğinde silah arkadaşlarıyla birleşip boynunda padişahın idam fermanı taşıyarak, canını hiçe sayıp bu vatanı düşmanlardan kurtarılmasında ve bu Devletin kurulup yaşatılmasında kaçıncı özverisiydi bu İsmet Paşa'nın?

Devlet Valisi Çöker mi?
Bu konuda üçüncü anekdotu bir alıntı olarak sunacağız.
Giyim kuşamıyla farklı söylem ve eylemleriyle alışılmışın dışında bir tavır sergileyen, bir başbakandı rahmetli Turgut Özal... Basın dünyamızın dürüst kalemlerinden ve mesleğinin duayenlerinden Sayın Hasan Pulur, Milliyet Gazetesi'ndeki 30.07.2005 günül köşe yazasında, devletin itibarı ile ilgili olarak bize, geçmişteki bir olayı anımsattı. Bu yazının ilgili bölümünü aynen aşağıya alıyoruz.

(Turgut Özal yurt gezisinde otobüsün üzerine çıkıyor, yanında da vali... Halk, kısa boylu Özal'ı göremeyince bağırmaya başlıyorlar:
"Çök, çök!" diye.
Etrafındakiler çökecek ki, onlar da Özal'ı iyi ünler, herkes çöküyor, vali çökmüyor, Özal valiyi uyarıyor:
"Vali Bey, çöksene!"
"Devlet çökmez Sayın Başbakanım!")

Özal'ın valiyle alay ettiğini belirtiyor Sayın Hasan Pulur, ancak valinin adı neydi, hangi ilimizin valisiydi, olay hangi yılda,nerede geçmişti; bunlardan söz etmiyor. Esas yürekli ve soyak bu valinin "akıbeti" ne olmuştu, bundan da söz etmemiş yazar; bizde anımsayamadık. Hem o kadar önemli değil ki o valinin adı sanı... Biz daha nice üst bürokratlar ve valiler görmüş ve duymuştuk ki; çelik gibi iradeleriyle devletin temsilcisi olarak hiçbir siyasal gücün karşısında çökmeyen, oradan oraya sürülen, kıyılan, incinen ve belki çok kırılan ama asla bükülmeyen...
Ülkemizin bir bürokratı, bir üst düzey yöneticisi ve bir Devlet adamının Devletin malı ve de Devletin itibarı adına gösterdikleri tepkilerini üç çarpıcı örnekle sunduk.y Bu konuda daha nice örnekler vardır, ama yerimiz dardır...

Devlet Ana mı, Baba mı?
Türkçemiz"ana" sözcüğü ile kurulmuş tamlama ve deyimler açısından oldukça zengindir. Yasaların yasası "Anayasa"dır. Tüm yollar "anayola" bağlanır. Ana sorunlarımıza "ana çözümler" üretmeliyiz. Sigara tüm kötülüklerin "anasıdır" gibi... Ana tanımlı bir çok sözcük vardır dilimizde; ancak bunların hep0sini sıralamaya kalkarsak, buradan ana düşüncemizi yazacak yer kalmaz sonra bize... Baba sözcüğüne gelince, bir iskele babası, bir de mafya babası çokça kullanılır dilimizde. Allah'a baba demek islam dinince yanlış ve de günahtır. Allah'tan sonra halkımızın çoğunluğunun düşüncesinde en yüce kavram Devlettir. O nedenle Devlete babalık tanımı pek yakışmış ve de yakıştırılmıştır.

Devlet baba güçlüdür, koruyucudur. Kollayıcıdır... Otoriterdir Devlet Baba, settir kurallarının uygulanıp korunması adına çok duyarlıdır; ancak yeri geldiğinde anadan bile şefkatlidir... Tüm halkına adil, yoksuluna kimsesizine sahiptir Devlet Baba... Sözü uzatmaya ne hacet! Bir soru gelirse elbet şimdiki Devlet böyle mi diye; biz de deriz ki, olması gereken, halkın özlediği beklediği bu!
Devletimize sömürgeci diyen, hantal diyen, ceberut diyen; baskıcı, tepeden inmeci derin Devlet diyen bir çok yazarımız, çizerimiz var ne yazık ki!... Devletin mallarını babalar gibi satarım diye babalanan, Devlet geçmişte hata yapmıştır diyebilen siyasetçilerimiz var. Ayol, babalar babalanmak için hep Devletin malını mı satarlar, hiç mal satın almazlar mı? Geçmişte Devlet mi hata yapmış yoksa bazı kendini devlet adamı sanan siyasetçiler mi? Politikacılar doğru düzgün yönetirse hiç hata yapar mı devlet?

Kamu işletmelerini özel sektöre satalım mı, satmayalım mı? Satacaksak sadece zarar edenleri mi, yoksa kâr edenleri de mi satalım? Kimi satalım; kendi girişimcilerimize mi, yoksa yabancılara da satabilir miyiz? Bütün bu konudaki olanaklar ölçüsünde, açıklamaya çalışacağız; ancak bu yazıdaki son birkaç sözümüzü de aziz yurttaşlarımıza söyleyeceğiz:

Vatandaşım, hazinenin yani Devletin arazisine, hem de dere yatağına, ev yapıyor; Devlete haber vermeden, ruhsatsız, izinsiz... Ağaçları kesiyor, ormanı yakıyor. Dernek bir gün sel geliyor vatandaşın evini alıp götürüyor. Anasının feleğini şaşıran vatandaşım, o zaman babayı anımsayıp, bas bas bağırıyor; "Devlet Baba nerede?"

Yine vatandaşım, kendin en gözde yerlerine geceleri, gece kondular konduruveriyor. Siyasetciönceleri göz yumuyor; su, elektrik, gaz bağlatıyor bu yapılara. Vatandaşım memnun halinden, Allah Devletimize zeval vermesin diyor. Gün olup devran dönüyor, bir başka siyasetçi devlet devletse, devletliğini yapmalı, ödün vermemeli diyor. Hasılı yıkım ekipleri dayanıyor kondulara. Artık kara gülmecenin oyunları sahnelenmekte, Bilinen terane yine, Devlet Baba neredeee!... Olmadı mı, bu çağrıya yanıt yok mu; bu kez keserim diye naralanan vatandaşım dayamış çocuğunun boğazına bıcağı şov yapıyor çatıda. Yine mi olmadı; bu kez de benzin döküyor üstüne, bir elinde çakmak, bıraksalar sanki diri diri kendini yakacak!? Bu da mı tutmadı; bu kez de damın kiremitlerini söküyor vatandaşım ve biraz önce imdadına çağırdığı Devletin görevlilerinin başına fırlatıyor.

Söyler misiniz şimdi, Devlet ne yapsın?
Devlet tabela koymuş yola, hız sınırlarını belirlemiş; alkollü araba kullanılmasın diye yasalar çıkartmış; ama vatandaşım zil gibi sarhoş, arabanın hızı limitin iki katına çıkmış. Sonuç ne olur? Doğaldır ki kaçınılmaz kötü kaza. İşte yine o bildik vaveyla; ambulans neden gecikti, Devlet nerede!!!

Örnekleri o kadar çoğaltmak olanaklı ama yararı ne? Siyaset yapanlar yeri geldikçe Devlet adamlığı katına yükselemezlerse, vatandaş sadece Devletin görevleri yanında kendi sorumluluklarını da hatırlayıp Devletine sahip çıkmazsa, Devletin çarkı çalışmaz., devlet stop eder dostlar. Biz de burada stop edeceğiz. Bu konuda söyleyeceklerimiz tükenmedi ama yerimiz tükendi. Gelecek sayıda buluşmak dileğiyle...

Paylaş
  • Twitter
  • del.icio.us
  • Digg
  • Facebook
  • Technorati
  • Reddit
  • Yahoo Buzz
  • StumbleUpon

Hiç yorum yok...

Bilgi! Maalesef sadece kayıtlı ve giriş yapmış kullanıcılar yorum gönderebilir. Giriş yapın veya Kayıt olun.