Üç Atatürk filmi.
Biri Can Dündar’dan, “Mustafa”…
En iddialı olanı:
Çünkü adı “belgesel”, yani gerçeklere dayalı olduğu ve objektif nitelik taşıdığı iddiası olan bir çaba.
Nesnellik iddiası taşımasına karşın, öznel bir görüş açısını yansıttığı için çok eleştirildi.
İkincisi Zülfü Livaneli’den, “Veda”…
Daha iddiasız:
Özel bir görüş açısını, Salih Bozok’un anılarını yansıtan bir sinema filmi.
Livaneli’nin sanatsal becerisini ortaya koyan güzel bir çalışma.
O da çok eleştirildi.
Üçüncüsü Hamdi Alkan’dan, “Dersimiz Atatürk”…
En iddiasızı, en sadesi.
Herkes için, Turgut Özakman’ın uzman ve kıvrak kaleminden çıkma, adı üstünde, bir ders.
Ben her toplumun bütün kutsallarını soğukkanlı bir biçimde tartışabilmesinden yanayım.
Daha da açıkçası, her toplum, dinini, imanını, mezhebini, ırkını, milliyetçiliğini, kurucu atalarını, tarihini rahatça tartışabilmelidir:
Bu aslında bir uygarlık, bir demokratlık, bir gelişmişlik göstergesidir.
Kimseyi incitmeden, kavga dövüş çıkarmadan, bir toplumun kendini sorgulaması, daha demokratik, daha müreffeh bir yapıya doğru yol alabilmesi için gerekli bir koşuldur.
Bizim toplumumuzun da, bütün toplumlar gibi, dinle, mezheple, ırkla, milliyetçilikle ve tarihle ilgili pek çok kutsalı var.
Belki çok ayrıntıya girmeden, kaba bir sınıflamayla bunları din ve milliyet olarak belirtebiliriz.
Ne yazık ki çok genel ifadelerin dışında, bu konulardaki olaylara, uygulamalara, tutum ve davranışlara, duygulara, düşüncelere ilişkin ayrıntılı tartışmalar, hele hele eleştiriler yapmak olanağı pek yok.
Bir dini uygulamayı eleştirmeye kalkın da bakın:
Derhal siyasal, toplumsal ve medyatik linç devreye girer.
Milliyetçilik konusunda sert bir eleştiri yapın, derhal kendinizi mahkemede bulursunuz.
Aslında medyatik istismar da bu iki konu üzerinden yapılmıyor mu?
Bazı gazeteler ve televizyonlar din ve milliyetçilik duygularını kullanarak halkı galeyana teşvik etmiyor mu?..
Hatta bazı cinayetlerin arka planında bazı yayın organlarının bireylere dönük hedef göstermeleri yok mu?
Bugün, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu atası Mustafa Kemal Atatürk de ülkemizin, toplumumuzun kutsallarından biridir.
Onun hakkında da yazmak, konuşmak, yorum yapmak, film çekmek, hele hele eleştirel bir yaklaşımla bunları gerçekleştirmek daima haklı, haksız pek çok tepkiyi davet eder.
Üstelik ülkemizde de, bütün ülkelerde olduğu gibi bu “kutsalların bekçileri” vardır:
Durumdan vazife çıkartan, kendilerini bu “manevi değerlerin” sahibi ve koruyucusu sayan, yetkili yetkisiz, pek çok çevre ve insan, bu konularda yapılan eleştirileri ve hatta övgüleri, kendi görüşlerine uymuyorsa derhal mahkûm eder, suçlar ve karalamaya kalkar.
Son bir nokta da, toplumda gittikçe derinleşen bir siyasal kamplaşmanın artık bu kutsalları da pençesine almış olması, aklın, bilimsel ve estetik eleştirinin yerine, duyguların, kitle psikolojisinin ve demagojinin geçmiş olmasıdır.
İşte bu ortamda Atatürk filmi yapmak cesaret ister.
Kendine güven ister.
Uzmanlık gerektirir.
Çok çalışmak ve risk almak demektir.
Bu nedenle yapılan bütün çabaları saygıyla karşılıyorum.
Bu yazıyı bilerek geciktirdim, tepkileri bekledim.
Üç film arasında en az saldırıya uğrayanı Hamdi Alkan’ın filmi oldu.
Bilmiyorum, belki en sadesi olduğu için…
Belki de Hamdi Alkan, siyasal kişilik olarak öteki iki ünlü isimden daha az tartışmalı bir kimliğe sahip olduğu için…
Televizyonda yayımlanan “Arka Sıradakiler” dizisi ile dikkatleri çeken Alkan daha önce Bayrampaşa’da mahkûmların ve infaz memurlarının da oynadığı “Bayrampaşa Ben Fazla Kalmayacağım” adlı çok güzel bir filme imza atmıştı.
Her ne olursa olsun, hem zevkli vakit geçirmek, hem de bir şeyler öğrenmek istiyorsanız mutlaka “Dersimiz Atatürk”e gidin.
Keşke Milli Eğitim Bakanlığı bir kampanya yapsa da bu filmi bütün öğrencilerin görmesini sağlasa.
Emre Kongar
Cumhuriyet/30 Mart 2010
Hiç yorum yok...