Forum yöneticisi Yavuz Selim Demirağ, “o duvarları yıkmayalım da, müze haline getirelim, onları da biz orada yargılayalım” dedikten sonra sözü CHP Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’a verdi o da şu konuşmayı yaptı:
“..Her yaştan insanları görmek beni gerçekten duygulandırıyor. Ülkenin içinde bulunduğu durum o kadar ağır bir durum ki arkadaşlar, o kadar yakından görüyorum ki ben, ülkenin ne hale getirilmek istendiğini, onun için sizlerle beraber olmak bana umut veriyor. Arkamda güç oluyorsunuz, yani hep beraber bu mücadeleyi vereceğiz zaten. Sizlerle bazı dertlerimi paylaşmak için buradayım. Siz bu olayların perde arkasını meclisi de merak ediyorsunuz. Ben meclis tüzüğüyle bazı şeyleri anlatmaya çalışacağım. Ben bazı konuşmalardan bazı taşların bana doğru atıldığını gördüm. Ama ne denir, ben Uşak Milletvekiliyim, Uşak’ta tabakhaneler çok yoğundur, “tabak sevdiği deriyi döver” denir, bizde. Ben arkadaşlarımızın derdinin ne olduğunu anlıyorum. Aynı dertlerden muzdarip olduğum için, burası çok samimi bir dost ortamı, bir sohbet ortamı olarak görüyorum. Onun için bazı şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ NASIL YAPILIR?
Şimdi bir anayasa yapım süreci başlatıldı, bizim elimizde olmayan nedenlerle, başlatıldı. Anayasa değişiklikleri nasıl yapılır? Yani anayasanın yeniden tümüyle yapılması, bu şekilde dünyanın hiçbir yerinde yok. Ancak devrimler yoluyla oluyor. Ama anayasaların değiştirilmesi dahi, büyük oranda değiştirilmesi dahi, bütün Avrupa ülkelerinde de kurucu meclisler oluşturularak oluyor. Anayasa değişikliği konusunda karar verdiğinde bütün Avrupa ülkelerinde tek tek saymayayım, İspanya, Hollanda, Portekiz, Japonya hepsinde o meclis fesholuyor. Ya anayasa yapmak için yeni bir meclis oluşturuluyor, o anayasa metnini o meclis yapıyor ve yeniden halka götürülüyor. Şimdi bakın böyle bir süreç yaşanıyor. Ama ne yazık ki bizde anayasa yapma adına böyle bir birliktelik almamış bir mecliste bir anayasa yapılmaya çalışılıyor, anayasa değişikliği değil.
Bizim CHP olarak baştan beri şu düşüncemiz net bir şekilde vardı. Yani halkın istediği daha demokratik, daha demokratik olsun, yani birçok konuda özgürlükler daha fazla olsun, işçinin, esnafın bütün çalışan kesimlerin sorunlarına çözümler bulunsun, yani 12 Eylül anayasasından kalan, anayasa 17-18 kez değişti ama kalıntılar da vardı bunları da değiştirelim, öyle yaklaşım biçimimiz vardı. Ancak AKP nin yaklaşımının anayasayı tümüyle değiştirmek ve yeni bir anayasa yapmak olduğunu biliyorduk. O nedenle ben eleştirel yaklaşan milletvekillerindendim. Yani siz bu şekilde anayasayı yeniden yapmanın ilgisinin olmadığını onlara anlatmamız lazım, halka anlatmamız lazım. Olamaz anayasa değişikliğini yapmak istiyorsak eğer, yani bununla ilgili bizim kendi tabanımızdan düşüncelerimizi alırız; sivil toplum örgütlerinden düşünceleri alırız; üniversitelerden düşünceleri alırız ve o çerçevede önerilerimizi sunarız, dedik. Ama ne yazık ki, farzımanın şeyi içerisinde böyle bir şeyi gerçekleştirme şansımız olmadı. Bir anayasa komisyonu bir şekilde kuruldu. Anayasa komisyonunun kuruluş aşamasında da o zaman sınırlaması olmayacak dendi, oybirliği olmayan hiçbir şey olmayacak dendi. O şekilde allama pullamayla anayasa komisyonu kuruldu.
Ancak süreç içerisinde gördük ki, Tayyip Erdoğan diyor ki, “26 maddeye dokundurtmam, 2010 yılında anayasa oylamasıyla getirilmiş olan 26 maddeye dokundurtmam ”. Biz ısrarla söylüyoruz, yargı bağımsızlığı olmaz ise eğer, anayasada ne değişikliği yaparsanız yapın, en iyi şeyleri yazın, yargı bağımsız olmazsa hiçbir şey ifade etmez. Diyoruz. Bunları ısrarla biz söylememize rağmen, tabi çok fazla bunlar dinlenmedi. Bizim söylediğimiz konuların üzerine fazla gidilmedi. Komisyon içindeki olaylardan da bahsediyorum; yani oradaki arkadaşlarımız bu konularda belli gelişmeler olduğunda haberdar edecekler ve bu türden yanlış gelişmelere izin vermeyecek, diye bunlar söylendi, ardından da bundan iki ay kadar önce, Tayyip Erdoğan dedi ki, 31 Mart’ın sonuna kadar ben size süre veriyorum, bu sürede ne yaparsanız yapın, yapmazsanız ben BDP ile işbirliği içine gireceğim” dedi. Şimdi biz o zaman dedik ki, böyle bir şey olamaz, yani TBMM inin bu gazi meclisin üstünde böyle bir yürütmenin başbakanın bu şekilde şantaj yapma hakkı yoktur. Bu şekilde bize şantaj yapılamaz ve bize böyle bir şey dikte edilemez, bunları söyledik, ama tabi bunlar yeterince dile gelmedi. Basın kanalıyla da dile gelmedi. Ya da farklı şeylerle de dile gelmedi. Ama çok açık seçik gördük ki artık Tayyip Erdoğan bu anayasa uzlaşma komisyonunu asıl olarak kendi amaçları doğrultusunda kullanmayın istiyor. Biz bunu görmüyor muyduk? Biz bunu görüyorduk, aslında milletvekilleri olarak da görüyorduk. Ben genel başkanın da gördüğünü zannediyorum, ama ne yazık ki bunlar çok fazla her yerde dile getirilmedi. Yani illüzyona biz de biraz yanında gibi yer aldık. Yani gibi şeyler söz konusu olduğunda biz dedik ki artık burada TBMM inde böylesine bir şantaj yapılıyorsa, biz buradan kesinlikle ayrılmamız gerektir, bizler bunları dillendirdik, milletvekilleri olarak da dillendirdik. Ben eminim ki içinizde CHP nin içinde değişik örgütlerinde çalışan insanlar vardır, çoğunun CHP sine oy verdiğini tahmin ediyorum ama parti işleyişi içerisinde her zaman bunlara hâkim olabilmesi mümkün olamıyor arkadaşlar. Yani bu konuda halen daha duyarlılıklarımızı göstermeye devam ediyoruz. Yani en sonunda dedi ki, “ 31 Martta ne yaparsanız yapın, olmadığı takdirde biz BDP ile referanduma gideceğiz”.
“HAZIRLANAN ANAYASADA BÖLÜNME VAR DİKTATÖRLÜK VAR, TÜRKLÜK ÇIKARILIYOR”.
Şimdi yanlışlar yapıldı, geçmişte yanlışlar yapıldı. Ha bundan sonra ne yapmamız gerekir, ona bakmamız gerekiyor. Şimdi biz bundan sonra, hem genel başkanımız hem genel merkezimiz bu konuda çok daha fazla zorlayıcı yerimiz olacak doğal olarak bir referandum sürecine girildiğinde, gerçekleri insanlara her yönüyle anlatmamız gerekecek. Bunun için çaba sarf edeceğiz. O anayasa aslında özgürlükler demokrasi sayesinde getirildi ama hiçbir şekilde demokrasi, özgürlükler yer almıyor. Devlet memurlarının güvencesi ortadan kaldırılıyor; sendikal yasaklar devam ediyor; düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda yasaklar devam ediyor; özgürlükle ilgili hiçbir şey yok, yargı bağımsızlığı ile hiçbir şey kabul edilmedi, daha HSYK lunun kuruluş şekli daha da kötü bir hale getirilmeye çalışılıyor. Özgürlük ve demokrasi adına en ufak bir şey yok. Özgürlük ve anayasa adına ben o nedenle önemsiyorum ve teşekkür ediyorum. Farkındalık yarattıkları için. Bölünme var diktatörlük var. Bu anayasanın özünde AKP nin çıkarmak istediği anayasanın özünde bölünme diktatörlük ve Türk milletinin bu anayasadan çıkartılması söz konusu Ha biz ne yağacağız, artık bu aşamadan sonra, bu aşamadan sonra CHP li milletvekilleri, MHP milletvekilleri ya AKP nin içindeki milletvekilleriyle, onlarla iletişim kurarak, biz bu anayasadan 330 unda çıkmaması konusunda çaba sarf edeceğiz anayasa oylamalarında. Eğer İyimaya’nın söylediği gibi, “yok efendim bu eski anayasada yok 82 anayasasında tanımıyoruz, burası kurucu meclis gibi, bu yeni bir anayasadır, bu şekilde hiçbir oylamaya dikkat etmeyiz derlerse, çünkü 330 u bulurlarsa referanduma gidecekler, 367 yi bulurlarsa da hiç referanduma da gerek yok. Şimdi böyle bir şey ilerlerse o zaman bizim kesinlikle o meclisi, yani işgal mi edeceğiz hep beraber mi işgal edeceğiz. Böyle bir anayasayı ihlal suçuna, bu devleti ortadan kaldırma suçuna hiç birimiz ortak olmayacağız. Benim gibi pek çok yurtsever insan var orada. Emin olun moralinizin bozulmaması için bunları söylüyorum. Biz bunlara asla izin vermeyeceğiz.
Uzlaşamadığımız şeyler nedir? Ben size konu olarak söyleyeyim, vatandaşlık konusunda uzlaşılamıyor. AKP ve BDP uzlaşıyor, ama CHP ve MHP nin tavrı farklı. Vatandaşlık kavramından Türk vatandaşlığını çıkartmak istiyorlar. Eğitim dilinden Türkçeyi çıkarmak istiyorlar. Ve her dilde okullar açılsın diyorlar. Din ve vicdan özgürlüğünden laiklik ilkesini çıkarmak istiyorlar. Yargı bağımsızlığını tamamen yok etmek istiyorlar. Yani şu anda bile kısmı olarak var olan o bağımsızlığı bile yok etmek istiyorlar. Ve başkanlık sistemini diktatörlük ilkesini getirmek istiyorlar .
Ama biraz sıkıştıklarında diyorlar ki, başkanlık sistemi olmayabilir, partili başkanlıkla idare edilir zaten” diyorlar. Şu anda bizde uygulanan sistem başkanlık sistemi arkadaşlar. Bunun ne kadar farkındasınız, zamanınız yeterse onun da şeylerini anlatırım.
ONLAR İÇİN EN ÖNEMLİ ŞEY, SÖZ VERDİKLERİ AMERİKAYA EMPERYALİST ÜLKELERE ÜLKENİN BÖLÜNMESİ
Şimdi cumhurbaşkanı halkla, halkın oyuyla seçilmeyecek mi? Pek çok kurumun başkanı ya da yargıdakileri insanları cumhurbaşkanı seçmiyor mu? Pek çok konuda yetkileri aslında yok mu? Hepsi de var ama şimdi olmak istenilen değişiklikler nedir? Bir başkanlık kararnamesiyle ülke yönetmek meclisi dışlamak , meclisi danışma kurulu haline getirmek görüntüdeyer almasını sağlamak, başkanlık kararnamesiyle bu ülkeyi yönetmek. Şimdi de kanun hükmünde kararnamelerle yürütüyorlar. Bidayette biraz ismi değişiyor, böylesine bir değişiklik var. Partili başkan olacak, şimdi de partili başkan olursa, Tayyip Erdoğan ve Özal’ın uğradığı o hezimete uğramak istemiyor. Sadece böyle birkaç ufak tefek değişiklikler var. Onun dışında aslında uygulanan bir diktatörlük sistemi ve başkanlık sistemi diyebilirim. Ama olar için en önemli şey vaz geçilmez olan şey, söz verdikleri Amerika’ya, diğer emperyalist güçlere söz verdikleri şey bu ülkenin bölünmesi. Ondan asla vaz geçemiyorlar. Bu ülkenin hem sınırlarının değişmesi, hem bu ülkenin bölünmesi. O değişiklikleri akşamki şeyde izlemişsinizdir her halde. Eyalet sisteminden bahsediyor Tayyip Erdoğan o vaz geçilmezleri. İşte bunun için bütün çabalarının bu olduğu çok net anlaşılmış oldu. Ama vatandaşlarımız ne yazık ki yeterince bunu bilmiyorlar. Hepimizin görevi bunu vatandaşlarımıza daha çok anlatmak. Biri referandum sürecine girileceği anlaşılıyor. Orada anlatmak. TC vatandaşı olursa ne olur? Bu tartışma parti içinde de yaşanıyor. Bu konuda çok sağ olsun Birgül Ayman Güler belki erken bir tartışmayı başlattı ama insanların uyanmasını sağladı.
Şimdi Türk vatandaşı dediğinizde Türk Milletinin unsuru olarak Türk vatandaşı dediğimizde arkadaşlar, bütün vatandaşların devlet karşısında eşitliğinden bahsediyorsunuz. Devletin karşısında bütün vatandaşlar eşit, bu kim olursa Türk, Kürt, Laz, Çerkez ama TC vatandaşlığı dediğimizde coğrafi alanda birlikte yaşamaktan bahsediyorsunuz. İşte o zaman etnisetelerin etnik kimliklerin etnik toplulukların eşitliğinden bahsediyorsunuz. Vatandaşların değil, etnik toplulukların eşitliğinden bahsettiğiniz zamanda her etnik topluluk da eşit durumdadır dediğinizde işte o zaman bunun alt yapısı öyle oluşacak. Eyalet sistemi öyle oluşacak. Ana eğitim sistemi de öyle oluşacak, hepsi öyle oluşacak.
Aslında TC vatandaşlığında o kadar ısrar etmelerinin nedeni, Türkiye’nin bölünmesinin, parçalanmasının, yani kimliklere göre parçalanmasının, denetçisi işte burada yatıyo, o bir mantığı ortaya koyuyor. O mantık çerçevesinde ulus devletten vazgeçmeyi öneriyorlar. Eyaletler sistemi, özerk bölgeler sistemi getiriyorlar ve dili getiriyorlar. Bu kadar tehlikeli bir şey belki buraya kadar bu tartışmaların içinde fiilen yer almamış olsaydım eğer, o kadar önemsemeyebilirdim ama bu o kadar önemli bir şey ki, yani bunu bizim insanlarımıza anlatmamız lazım. Sadece biz bu milletin vatandaşıyız, Türk milletinin vatandaşıyız diye değil, bizim yani bu konuda duygusal bağlarımız var diye değil, Türk milleti kavramını, Türk vatanı kavramını, vatandaşlık kavramını kaldırdığınızda ortadan Yugoslavya gibi olacağız, Irak gibi olacağız böyle bir ayrışmamız söz konusu olacak. İşte bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı Türk milleti ve Türk vatandaşlığının bu anayasada yer alması gerektiğini söyledik. Anayasanın 66. Maddesinin bu şekilde değiştirilmesinin TC vatandaşlığı olarak değiştirilmesine izin vermeyeceğimizi söylüyoruz.
ANADİLDE EĞİTİM.
Şimdi bu anadilde eğitim; buna ilişkin kendi içimizde de tartışmalar var. Efendim ana dilde eğitim olsun, herkes kendi dilinde öğrenim görsün, kendi dilinde yapsın, kendi dilinde işte anaokulundan başlayarak üniversiteye kadar her türlü eğitimini yapsın. Bunlar söyleniyor bazı arkadaşlarımız ya da işte, liberal geçinen kesimler tarafından. Bunu duygusal anlamında bir tepki olarak söylemiyorum.
Buraya gelirken Özdemir İnce’nin bir yazısını okudum. Özdemir İnce çok güzel ifade etmiş. Kopenhag Kriterlerine değiniyor. Anadilde eğitim değil, anadilin özgürce öğrenilmesi söz konusu. Anadilde eğitim olursa eğer ne olur? Birbirini anlamayan insan toplulukları oluşur. Yani siz aynı il içerisinde oturursunuz, Kürtler farklı bir dili konuşur; Lazlar farklı bir dille eğitimi yapıyordur; Türkmenler farklı bir dilde eğitim yapıyordur yani o zaman birbirini anlamayan, gelecek iradesi olmayan nesiller yetiştirmeye hevesleniyorlar. Onun için anadilde eğitim diye ısrar ediyorlar.
Oysaki biz ne diyoruz CHP olarak bizim 89 raporundan beri, öteden beriye gelen şeyimiz şudur: Ana dil yasağı asla olmaz, ama ana dilde eğitim de olmaz. İnsanlar anadillerini öğreneceklerdir. Bütün yasaklar kaldırılsın, yani anadilde yayınlarını yapabilecek bütün yasaklar kaldırılsın, Ana dilde TRT de, özel TV larda anadilde yayın da olabilir. Bunların hepsi mümkündür, ama ana dilde eğitim dediğiniz zaman, işte siz Türkiye’yi parçalamayı bu şekilde dile getiriyorsunuz. İnsanların bir şekilde gözünü örtüyorsunuz. Efendim özgürlüklerimiz sınırlanıyor. Özgürlükler sınırlanmıyor, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çok açık, İnsan Hakları sözleşmesi çok açık, şu anda bütün dünyada uygulanan kriterler çok açık. Yani siz her ülkede Kültürel zenginliklerin diğer dillerin öğrenilmesine izin verip, vereceksiniz vermek zorundasınız ama ana dilde eğitim dediğinde, ana dilde savunma dediğinizde, ana dilde kamu hizmeti dediğinizde, işte üniter devletin ortadan kaldırıldığının göstergesidir bu.
Şimdi ben böyle konudan konuya geçiyor gibi oluyor ama Hasan Bey’in bahsettiği anadilde savunma konusunda Adalet Komisyonunda alt komisyonundayım, doğrudan doğruya bu düzenleme elimizden geçti. Gerçekten de CHP partili milletvekilleri olarak olağanüstü bir mücadele verdik o konuda.
Anadilde savunma şu arkadaşlar: Şimdi CMK 2 de şöyle bir düzenleme vardır: Eğer Türkçeyi yeterince bilmiyorsa, insanlara tercüman tayin edilir. Sanığa, mağdura, tanığa herkese tercüman tayin edilir. Cumhuriyet dönemi boyunca da bu düzenleme vardı zaten kendi yasalarımızda. Ve en son 537 sayılı yasayla 2004 yılında bu Avrupa İnsan Hakları (AİHM) sözleşmesine uygun bir hale getirilmiştir. İnanır mısınız AİHM den ceza almadığımız, mahkûmiyet almadığımız tek bir tanesi budur arkadaşlar.
Onun dışında silahların eşitliği ilkesinden, savunma hakkının verilmemesinden hepsinden biz cezalar aldık. Ancak tek ceza almadığımız tercüman tayinine ilişkin olan bu maddedir AİHM nin 2. Bendi olan bu maddedir. Ama AKP ne yapmak istedi, bu pazarlıkların sonucunda, İmralı’yla yürütülen, Kandil’le yürütülen ve AB le yürütülen pazarlıklar sonucunda dedik ki işte KCK tutukluları, bu konuda ifadeleri alınamıyor, ifade veremiyorlar, bu konu çok ciddi sorunlara yol açıyor, onun için de özgürlükleri tanımak adına, ana dilde savunma hakkını tanıyacağız. Sözlü savunma hakkını tanıyacağız. Bu şekilde getirdiler. Böyle bir dayatmanın sonucunda getirdiler ve özgürlükleri sağlamak adına bu ülkede onun için getirdiklerini ifade ettiler. Ve ne diyordu biliyor musunuz gelen metinde. “Türkçe biliyorsa dahi, istediği dilde beyanda bulunmak için sanığa tercüman tayin edilir” Var mıdır arkadaşlar böyle bir şey. Hangi üniter devlette, hangi ulus devlette bu iş vardır. Türkçe bildiği halde, Hatip Dicle’nin mahkemedeki tutanaktaki savunması aynen şöyle: “Biz hepimiz Türkçe biliyoruz, Türkçe konuşma konusunda en ufak bir sorunumuz yok. Ama biz siyasi bir talep olarak anadilimiz olan Kürtçe savunmak istiyoruz”. Sonuç olarak biz bunları komisyonda tartışırken, bütün ceza hukuku profesörleri, anayasa hukuku profesörleri, arkadaşlar bu bir savunma hakkının tanınması değildir, bu bir siyasi taleptir, onun için siz bunu Adalet Komisyonunda Ceza Kanunu kapsamında tartışamazsınız, gideceksiniz Anayasa Komisyonunda tartışacaksınız. Anayasanın bu değiştirilmez maddeleri var ya, Anayasanın 3. Maddesindeki, resmi dil Türkçe’dir. Önce onu değiştireceksiniz dediler, bütün hukukçular, sağcısı solcusu hiç fark etmiyor, ama buna rağmen AKP işte yasayı, anayasayı arkadan dolanarak bu yasayı çıkardı2 dedi. Bizim bütün direncimize rağmen, savunma nedir mahkemeye giden arkadaşlarımız vardır, kendinizi en iyi şekilde anlatmak istersiniz, çünkü hâkim sizi anlarsa, suçlu musunuz, değimlisiniz, haklı mısınız, haksız mısınız bu anlaşılacaktır. Ama ne oldu bu yasa çıkmasıyla düzenlemesiyle beraber, pek çok KCK tutuklusunun aslında Kürtçe’yi de bilmedikleri, bunu siyasi bir talep olarak belirtiklerini çok açık söylüyorlar. İşte anayasanın bu egemenlik haklarıyla ilgili bu konu bu şekilde delinmiş oldu.
Şimdi sırada bu İmralı’da Abdullah Öcalan’la ilgili görüşmeler pazarlıklar nasıl olarak da Amerika’nın dikte ettiği şeyler nedir? Ana dilde eğitim isteniyor. Anadilde kamu hizmeti isteniyor. Özerklik eyalet ne derseniz deyin, bunlar isteniyor. Abdullah Öcalan’a ve PKK ya özgürlük isteniyor. Ve bu şekilde Türkiye paramparça yapılmaya çalışılıyor. Anayasa uzlaşma komisyonuna BDP lilerin verdiği yönergeyi biliyor musunuz, idari yapı konusunda. Dil ve özerklik bölgeli TC i oluşturun diyorlar. Abdullah Öcalan Diyarbakır’daki konuşmasında ne dedi, “Misakı Milli sınırlarından bahsederek, Musul ve Kerkük’te, Irak’ta Suriye’de kardeşlerimiz var. Bunlarla bir uluslar arası bir konferans yapmayı ve uzlaşmaya çağırıyorum sizi”. Şimdi nerde bunun barış çağrısı, bu aslında bir savaş çağrısı değil mi? “TC sınırlarını ben tanımıyorum, Suriye’deki, Irak’taki, Musul ve Kerkük’teki bütün o Kürtlerle birleşeceğiz, biz Büyük Kürdistan’ı kuracağız. Onun için bir araya geleceğiz. Onun için de toprakları ilhak edeceğiz, yani komşu ülkelerin topraklarını işkâl edeceğiz. Bu, bu değil midir bu? Bu işin, Abdullah Öcalan’ın zihnindeki şey, PKK nın yönlendirmesiyle oluyor bu zaten, Tayyip Erdoğan’ın da zihninde var, Davutoğlu’nun da zihninde var ve zaten Tayyip Erdoğan dedi ki, “çok memnuiyet verici, bizim de düşüncelerimiz böyleydi. Bu şekilde biz de böyle istiyoruz. Bunları biz de paylaşıyoruz” anlamına gelecek bir şeyler söyledi. Yani o zaman ülkemizi nereye götürmek istiyorlar? Orta Doğu bataklığına. İran’ı işkâl eder hale, Irak’ı işkâl eder hale ve Suriye’yi işkâl eder hale getirmeye çalışıyorlar. Yani bir barış değil, bir savaş çağırısıdır bu. Ben bunun sürekli söylenmesi gerektiğini düşünüyorum. Barış diye diye bizi Orta Doğu bataklığına götürüyorlar . Bunu PKK yı da kullanacaklar, bu konuda Türk ordusunu da kullanmaya çalışacaklar, Kürt’ünü de, Türk’ünü de, Çerkez’ini de, Laz’ını da herkesi bütün genç çocuklarımızı orada katlettirecekler. Bunu bu şekilde dün komisyonda da söyledim. Her yerde de söylemeye devam etmemiz lazım. Barış barış dedikleri iki bölünme ve savaş aslında. Bunun yanında şöylesi bir şey var, bu Diyarbakır konuşmasına da bakarsak eğer, Abdullah Öcalan diyor ki, çağırısında: “Silahlarınızla birlikte geri çekilin”, bakın “silah bırakın” demiyor. Asla “silah bırakın” demiyor, “geri çekilin” diyor.
Ondan sonra bununla ilgili, bizim kelli felli bakanımız, çekilme nasıl olacak, çekilme üzerinde söylüyorlar, “çekilme meclis güvencesinde olsun, çünkü şu şekilde yapalım, bu şekilde yapalım.
Şimdi Turgut Dibek Milletvekili arkadaşımız söylediği için onun ismini vererek söylüyorum. Turgut Dibek aynen şunu söyledi. “E be kardeşim bizim askerlerimiz, bizim milletvekillerimiz, bizim yazarlarımız, bilim adamlarımız cezaevinde Ergenekon, Balyoz davalarından tutuklular. Bunları cezaevinde ne diye tutukluyorsunuz, terörist bunların kaçma tehlikesi var. Bir de teröristleri bir de güvenlik içerisinde yurt dışına çıkarmaya çalışıyorsunuz. Siz ne yaptığınızın farkında mısınız” dedi arkadaşımız. Bu o kadar büyük çelişki ki. Bunun üzerinde asıl bizim durmamız lazım. Binlerce insanımızın kanına girmiş, çatışmalarda binlerce askerimizi öldürmüş, sivil insanımızı öldürmüş PKK lılar yurt dışına çıkartılıyorlar devlet gözetiminde, ama bizim insanlarımız eline sadece kalem almaktan başka hiçbir suçu olmayan insanlarımız orada terörist damgasıyla tutuklanıyor. Bu olabilecek bir şey midir?
Ben şu Abdullah Öcalan’ın sözünde çıkarak Başbakanla nasıl uzlaştıklarını, anayasayı nasıl deldiklerini, birlikte anayasayı nasıl yaptıklarını anlatmak istiyorum. Diyor ki Abdullah Öcalan etnik coğrafyalar oluşturmak modernitenin hedefi insanlık dışı bir imalattır. Tek uluslu devleti tanımıyorum” diyor. “Ulus devleti tanımıyorum, yani bütün etnik kimlikleri kendi etnisitelerin özgürlüğü için savaşmaya çağırdığını söylüyor. Böylesine bir savaş çağırısı var aslında burada; onun yanında İslam birlikteliği altına çağırıyor ve Musul, Kerkük, Suriye, İran, Irak’ta savaşa çağırıyor bizi. Böylesine bir savaş çağırışına karşı, bunun barı barış diye insanlara yutturulmasına asla izin vermememiz gerekir” diye düşünüyorum.
Şimdi bu Kürt sorunu ile ilgili Özerk, Anadilde savunmayla ilgili araştırma Yaparken, bazı gerçeklerle karşı karşıya kaldım. Onu sizlerle paylaşmak istiyorum. Nasıl bir Kürt sorunu, nasıl bir sorun haline getirilmiş, yani terör sorunu ile Kürt sorunu Kürt vatandaşlarımızla nasıl bir değişilmeye çalışılıyo, bu konuda bazı bilgileri sizinle paylaşmak istiyorum.
Şimdi 1983 le 2932 Sayılı yasa, Ana Dilde konuşma yasağı çıkmış. Bunu niçin çıkartıyorlar? Yani insanlar birbirlerine düşman olsunlar diye, diyelim bizde anadilimiz var. Yani ananızdan, babanızdan öğrendiğiniz diliniz yasaklanırsa, düşmanca duygularınız oluşmaz mı? O düşmanlık duygusunu oluşturabilmek için, “12 Eylül generalleri tarafından 2932 Sayılı yasa çıkartılıyor. Şimdi 12 Eylül döneminde ve sonrasında pek çok yerde insan hakları ihlali olduğu gibi, Güney Doğu’da da olağanüstü insan hakları ihlalleri yaşandı, her yerde yaşandı. Ve Kürtlerde şu duygu yaratılmaya çalışıldı. “Biz daha çok eziliyoruz, bizim üzerimize daha fazla geliniyor, belki Batıdaki insanların kendilerini daha iyi ifade edebilmeleriyle Güneydoğu’da daha fazla ciddi sorunlar yaşandı ve belki de etnik temellere saldıran insanlar, Kürtlere saldıran insanlar oldu”. Ama bunu aslında Amerika’nın o dönemdeki göndermesiyle, o dönemdeki yanlış işleri yapan pek belki güvenlik görevlisi, pek çok istihbarat görevlisi bunlar yaptılar bu işleri. Ve biz o dönemde şunları söyledik 89 da “anadilde konuşma yasağı kesinlikle kalkmalı” dedik. Ve bizim önerimizle SHP nin önerisiyle SHP döneminde bu kaldırıldı. Artık bunlar ne oldu? Anayasada değişiklik yapılarak düşünce ve ifade özgürlüğünde sınırlamalar kaldırıldı. Ardından TRT deki TRT yasasındaki bazı sınırlamalar kaldırıldı ve şimdi Kürtçe seçmeli ders olarak okutulabiliyor. Kürt Enstitülari oluşturuldu, bunların hepsi sağlandı. AİHM nin istediği tarzda artık o kriterler oluştu.
Bundan sonraki kültürel zenginlikler falan değil, bundan sonra ki bölünme ve parçalanma. Bundan sonraki talepler artık buna dönük. Bizim ülkemizdeki aslında kriterler, insan haklarına uyuyor, hem de AİHM sinin istediği kriterlere uyuyor. Şimdi artık bundan sonraki istedikleri şeyler PKK nın istediği nedir? Ana dilde savunmayı aldılar, ardından özerklik, ardından federasyon Türk Milleti, Türk vatandaşlığının kaldırılması PKK ya APO ya özgürlük.
CENEVRE SÖZLEŞMESİNE GÖRE, SAVAŞAN TARAF STATÜSÜNÜ KAZANMAYA ÇALIŞIYORLAR
Şimdi bununla ilgili de özellikle son dönemde çıkardıkları bir şey var, biliyorsunuz. “Meclisten karar çıksın, meclisten kararlar verilsin, meclisten çıkartmayı niye istiyorlar? TV lardan istemişsinizdir. Cenevre sözleşmesine göre, savaşan taraf statüsünü kazanmaya çalışıyorlar . Savaşan taraf statüsünü kazandıkları takdirde neyle karşı karşıya kalacağız? Kızılaç’ın BM lerin müdahalesiyle karşılaşacağız. O zaman ulusal egemenliğimiz ortadan kaldırılacak. Onun için uğraşıyorlar. Yugoslavya’da uluslar arası bir hale getirdiler, parçalanma gerçekleşti. Şimdi de Türkiye’de de uluslar arası hale getirmeye çalışıyorlar. “Meclisten karar çıksın” diye diretmeleri ondan. Çünkü asla bu sürecin bu şekilde bitmeyeceğini biliyorlar. Bir çatışma çıkacak, çünkü talepleri bundan son haddinde olacak. Bir çatışma çıktığı takdirde de, “Kızılhaç Müdahale etsin, BM müdahale etsin” aslında ayrışma bu şekilde gerçekleşsin istiyorlar. BU nedenle de bütün mücadeleleri böyle.
Şimdi Adalet komisyonundan yeni çıktık. Dördüncü Yargı Paketi adı altında bir düzenleme daha gerçekleştirildi. Bu da aslında bilinen sözlerin sonucuydu. Şimdi şöyle düzenlemeler gerçekleşti, bizim bütün girişimlerimize rağmen, bu Terörle Mücadele Yasasında 6. Ve 7 maddesinde şöyle bir değişiklik yapıldı: Deniliyor ki orda, terör örgütünün cebir şiddet içermeyen propagandaları ve dilleri serbesttir. Şimdi bunu sizin aklınız alıyor mu buna; terör örgütü dediğinizde doğrudan doğruya cebir şiddet, yapısında zaten var, terör örgütü diyemezsiniz artık. Terör örgütünün şiddet içermeyen propagandası serbest. Ne olabilir bunlar? Nasıl siyasallaştırılıyor PKK. Şimdi diyelim ki, PKK imzalı bir bildiri yayınlandı, “biz özerklik istiyoruz, federasyon istiyoruz, onu da istiyoruz. Var mı böyle bir şey. Bunu rahatlıkla yapabilecek, propagandasını yapabilecek, afişlerini asabilecek, altında PKK imzası olacak, bunları yapabilecek. Hani suç, silahlı halk ayaklanmasına çağırıyorum diye bir afiş yaparsa, bir propaganda yaparsa o suç. Var mı öyle bir şey arkadaşlar. Gittik, doğunun bir ilçesinde kepenkleri kapatacaksınız dendi vatandaşa, elinde silah da yok. Elinde silah yok, şiddet içerecek bir şey de yok. Ama nedir korku insanlasın içine öyle yerleşir ki, o kadar çok insanın canına kıydılar ki, o vatandaş kepengi kapatmasa her türlü baskıya kalabilecek. O nedenle PKK terör örgütünün ya da terör örgütlerinin her türlü bu şekilde onların imzasıyla olan propagandalara bu şekilde siz uzlaştıramazsınız. Ha bununla ilgili AİHM sinin eleştiriler var, onun için çıkartıyoruz” diyor sayın bakan.
AİHM si kararlarını ben de okudum. Bazen yanlı kararlar var ama özel, Prof. Dr. Özer Özgeç’in şöyle bir değerlendirmesi var, kararları inceledikten sonra diyor ki AİHM si sözleşmesinde elbette kendini koruyabilmesi için, ifade özgürlüğünü sınırlayan maddeleri var. Bu maddeler çerçevesinde Terörle Mücadele Yasasında 6. ve 7. Maddelerde olabilir. Normal kural olarak bir sorun yok ama uygulamada bizim yargıçlarımız eğer, propagandayla haber vermeyi ayırmazlarsa işte o zaman AİHM si aleyhimize kararları veriyor. Yani hoca diyor ki, o kuralları değiştirmemize gerek yok, yargıçlarımızı eğitelim bu konuda. Ama ne yazık ki o gerekçeler gösterilerek bu yasal düzenlemeler çıkartıldı.
Bir şey daha şöyleyim. Çünkü bu 4. Yargı Paketinden önemli şeylerden bir tanesiydi. Suç ve suçluyu övme. TCK 215 de bu düzenlenmiştir. Bunu nasıl hale getirdiler biliyor musunuz? Açık ve tehlike olursa bu cezalarla cezalandırılacak. Şimdi diyordu ki 21 Mart Nevruz hareketlerinde, o mitinglerde APO posterlerini asmak, PKK bayraklarını asmak o suç ve suçluyu övmek değil, ama Ergenekon davası bittiğinde, Ergenekon terör örgütü diyorlar ya, Balyoz davası sonuçlandı. Oradaki insanları terör örgütü üyesi olarak açık ve tehlike oluşturacakları için hani AKP yle yapılan o saldırı var ya başbakan diyor ki, o zaman “Ergenekon örgütü açık net tehlike”. O zaman ben İlker Başbuğ’la ilgili bir şey söylediğimde, Mustafa Balbay’la ilgili söylediğimde, Haberalla ilgili, Fatih Hilmioğlu ile söylediğimde ben cezalandırılacağım açık ve tehlike içerisinde suç ve suçluyu övdüğüm için ben cezalandırılacağım. Var mı böyle bir şey arkadaşlar. Ben orda da söyledim, Türk bayraklarıyla basın açıklaması yapmak isteyen bizim çocuklarımız dövüldü. Ama Abdullah Öcalan posterleriyle miting yapanlar da es geçildi. Böylesi bir, yani artık terör örgütü kavramını da değiştirdiniz.
Bir şey daha var arkadaşlar ne kadar farkındasınız bilemiyorum, 4. Yargı paketinde bir de hukuki düzenlemelerle ilgili bir şey daha getirildi. Orya bir madde sıkıştırılmış. Kanuna aykırı eğitim kurumlarıyla ilgili suç TCK madde 263 yürürlükten kaldırılıyor arkadaşlar, kaldırdık Adalet Komisyonunda Nedir bu kanuna aykırı eğitim kurumları. Kuran kursları, özel eğitim kursları, misyonerlerin açtığı okulları kursları, tarikatların açtıkları ve terör örgütü denetiminde olan okullar. Bunları açmak artık suç değil. İstenildiği gibi bunlar açılabilecek. Zaten Kuran kursları falan açılıyor, onları çok fazla denetlemiyorlar ama bunu kaldırmaktaki maksatlardan bir tanesi pazarlığın içinde diyorsunuz ya ana dilde eğitim; bu eğitim kurumlarını suç olmaktan çıkardığınızda, şak diye ana dilde eğitim yapan okullar da açılacak. Ondan sonra biz, anayasaya ne kadar aykırı da olsa, yaptırımı olmadığı için böyle bir, suç olmadığı için bir şey yapılamayacak. İşte böylesi düzenlemeler içeriyor 4. Yargı paketi. PKK yı meşrulaştırmak, Abdullah Öcalan’ı meşrulaştırmak ve kanuna aykırı eğitim kurumlarını suç olmaktan çıkarmak. Bunları içeriyordu. Size söylenecek çok daha fazla şeyler var ama bunları mecliste son dönem yaşadığımız şeyleri anlatmak istedim. İnanın bizler orada yurtsever milletvekilleri kanımızın son damlasına kadar, gücümüzün sonuna kadar, son anına kadar uğraşacağız. Dayak da yesek 4+4+4 de olduğu gibi, içtüzük görüşmelerinde dayak da yemiş olsak orada sonuna kadar mücadele edeceğiz. Ama bu mücadele sizlerle beraber olursa, sizle de bu salonlarda bu dolantıları yapmak beni hiç tatmin etmiyor, biz halkla beraber olmamız lazım. İnsanlara anlatmamız lazım, omuz omuza bu mücadelede beraber olalım”.
BİTTİ
Not: Katkılarından dolayı Cevat Kulaksız’a teşekkür ederiz.
Hiç yorum yok...