Osmanlı'ya yakın bir Paşa baba, Cumhuriyet'e âşık bir oğul. Küçük yaşta belinde silah Yunanlılara karşı topraklarına sahip çıkan bir adam, Hüseyin Kavalalı. İstanbul'da tütün ticaretiyle uğraşıyordu. Atatürk'ün isteği üzerine milletvekili oldu. İstanbul Ticaret Odası Başkanlığı yaptı, İş Bankası'nın ve dönemin Milli İstihbarat Teşkilatı olan Mim Mim örgütünün kurucuları arasında yer aldı. Son nefesini verene kadar vatanı için çalıştı. Zeynep Emeç tarafından, Hüseyin Kavalalı'nın üç kızının en küçüğü Nakime Çullu'nun gözünden yazılan Kavalalı Ailesi adlı kitap, bir beyaz Türk ailesinin olağanüstü öyküsüyle buluşturuyor okurları. Gamze Akdemir, Emeç'le kitabı hakkında bir söyleşi gerçekleştirdi. Şimdi bu söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.
Eşiniz Ali Emeç'in anneannesi Nakime'nin gözünden yazdığınız kitabı kaleme alma sürecini anlatır mısınız?
- Nakime Çullu ile tanıştığım günden itibaren dinlediğim anılar beni çok etkiledi. Bu anıların en kısa zamanda toparlanarak sonraki kuşaklara aktarılması gerektiğini düşündüm. Hele ki o ailede Hüseyin Kavalalı gibi bir karakter varsa' Onun bu ülke için yaptıklarını, yaşadıklarını sadece aile üyeleri değil, bu ülkede yaşayan herkes bilmeliydi. Bütün bunlar ve eşimin de desteği 'Kavalalı Ailesi' kitabını yazmaya karar vermeme sebep oldu. Babasına ve onun yaptıklarına hayran olan Nakime Çullu (eşimin anneannesi olsa da ben de anneanne diyordum) da bu kitabı yazma kararımdan sonra çok mutlu oldu. Zaman içerisinde topladığım bilgi ve belgelerle birlikte, anneanneyle yaptığım uzun sohbetler sonucu kitabın taslağı da şekillenmiş oldu.
Babası Hüseyin Kavalalı, Nakime Hanım henüz üç yaşındayken Atatürk'ün isteğiyle İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı oluyor. Aynı zamanda sahibi oldukları İbrahim Paşazade ve Oğulları Tütün Fabrikası'nın başında bulunuyor. İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı'ndan istifa ettikten sonra yine Atatürk'ün isteğiyle TBMM'de İstanbul milletvekili oluyor. Fabrika işlerine ise artık kardeşi devam ediyor fakat 1929'daki ekonomik krizden iki yıl sonra ise tütün fabrikasını kapatmak zorunda kalıyor. Aynı dönemde Meclis'teki görevi sona eriyor. Ziraat Bankası'ndan gelen teklifi kabul ediyor ve İzmir'e yerleşiyorlar. Tütünle ilgili bir kaynak kitap da yazıyor. Hüseyin Kavalalı çağdaş insana nasıl bir rol model?
- Hüseyin Kavalalı sizin de belirttiğiniz gibi daha çocukluğundan itibaren, çocukluğu diyorum çünkü daha reşit olmadan çiftlikleri yönetmeye başlamış; Kurtuluş Savaşı'nda ülkesi için varını yoğunu ortaya koymuş; İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı yapmış; tütün fabrikaları kurmuş; milletvekilliği yapmış bir insan. Ülkesi için yaptıkları saymakla bitmez. Bunların hepsini kendi başına başarmış. Küçüklüğünden itibaren kendini sürekli geliştirmeye çalışmış, yabancı dil bilmeden yurtdışına açılmış, Almanya'nın Dresden şehrinde fabrika bile kurmuş bence müthiş bir girişimcilik. Türkiye ekonomisi için faydalı olacağına inandığı tütün yetiştiriciliği için ki amacı kalitesiz mahsul almak değil, kaliteli tütün yetiştirip bunu yurtdışına ihraç etmek için çabalamış ticaret adamı. 1929 Buhranı'ndan sonra dünyadaki ve Türkiye'deki birçok insan gibi ciddi maddi kayıpları olmasına rağmen mümkün olduğunca bunları ailesine yansıtmamaya çalışmış biri Hüseyin Kavalalı. Kızlarının eğitimi için elinden geleni yapmış. Daha 1930-1940'larda dünyadaki hâkim dil Fransızca iken ileride İngilizcenin daha önem kazanacağını düşünerek onları English High School for Girls'e (Şimdiki Beyoğlu Anadolu Lisesi) göndermiş. Daha küçüklüklerinden itibaren onları her zaman okumaya ve dünyadaki gelişmeleri takip etmeye yönlendirmiş biri. Düşünün ki anneanne vefat ettiği güne kadar her gün eve iki gazete girerdi ve inanın güncel olayları sokaktaki birçok insandan daha iyi takip ederdi. Bunda Hüseyin Kavalalı gibi bir babanın çok büyük bir payı var.
Hüseyin Kavalalı günümüzde artık son derece az kalan, gençlere rol model olacak çağdaş bir insan. Gerek kendini yetiştirmesiyle, gerek girişimci ruhuyla, gerekse Atatürk başta olmak üzere küçüklerinden büyüklerine kadar herkese karşı gösterdiği saygıyla bunu gösteriyor. Artık günümüzde ülkemizde gençlere rol model olacak insanlar kalmadı. Ya da çok azaldı. Bilim insanları, politikacılar, gazeteciler düşündüklerini rahatça ifade edemiyor. Bu ülkeyi bize armağan eden Atatürk bile birtakım çevrelerce hor görülmeye başlandı. Ve giderek de her şey çağdaşlıktan uzak bir hal almaya başladı. Dolayısıyla birçok bakımdan insan Hüseyin Kavalalı'nın dönemini aramıyor değil.
'Atatürk, Hüseyin Kavalalı'ya çok güveniyor'
Atatürk ile karşılıklı sevgi ve saygı birliğini ayrı bir soruda özellikle sormalı?
- Hüseyin Kavalalı'nın Atatürk'e karşı ayrı bir sevgi ve saygısı var. Atatürk de Hüseyin Kavalalı'ya öngörülü ve iyi bir ticaret adamı olduğu için çok güveniyor. Zaten bu güven yıllar içinde oluşmuş. Gazeteci Tuncay Özkan'ın 'MİT'in Gizli Tarihi' isimli kitabından da okunabileceği gibi Kurtuluş Savaşı boyunca Anadolu'daki direnişe başta silah olmak üzere birçok yardımda bulunuyor.
Köşk yaşamı, mobilyasından, müştemilatına, bahçesinden, çay takımlarına, sofra adabından, çalışanlarına kadar renkli ve zengin bir yaşam, ritüeller geçidi gibi... İnsanlarını da kendisine benzetiyor köşk değil mi?
- Kesinlikle evet' Köşkün güzel ruh hali insana yansıyor. Evin içindeki mobilyalardan bahçedeki kameriyeye, sofra adabından her türlü görgü kurallarına kadar her şey daha küçükken Nakime Çullu, Meliha Turalı ve Bedaat Banguoğlu'nun ruhuna dantel gibi işleniyor ve bir ömür boyu da devam ediyor. Tabii doğal olarak da bu miras onların çocuklarına ve torunlarına kalıyor.
Biri saraya biri Atatürk'e yürekten bağlı baba-oğul... İki açı zaman zaman çarpışsa da sevgi, saygı daim kalıyor... Bu bağlamdan da yola çıkarak sorarsam, Kavalalı olmak nasıl bir miras? Kitap bunu nasıl ortaya koyuyor?
- Aynı çatı altında yaşanmasına rağmen hiçbir zaman karşılıklı saygı ve sevgide kusur yok. Bu sanırım biraz da temelden verilen bir eğitimle alakalı. Bunun en önemli örneklerinden birini göç etmeleri sırasında yaşanıyor: Hüseyin Kavalalı birçok konuda babasından farklı fikirlere sahip olsa da İskenderiye'deki nemli havadan babasının rahatsızlanması üzerine bir an bile tereddüt etmeden hemen İstanbul'a taşınma kararı alıyor.
Güzel bir Türkiye için çalışan bir baba ve onu izleyen, dünyasını anlamaya çalışan küçücük bir çocuk... Günün, güneşin, aydınlığın tadının çıkarılabildiği günler... Küçük Nakime özelinde umutları yitirmemeyi başaran cesur insanların yaşamlarına tanıklık bu kitap diyebilir miyiz?
- Gerçekten de öyle. Ne olursa olsun hiçbir zaman umutlarını yitirmiyorlar. Kavala'da yaşadıkları son yıllarda büyük sıkıntılar çekseler de pes etmiyorlar ve daha rahat yaşayacakları İskenderiye'ye gidiyorlar. Oradan İstanbul'a geçiyorlar. Ardından Kurtuluş Savaşı yaşanıyor. 1929'da gerçekleşen büyük buhrandan sonra İkinci Dünya Savaşı, ihtilaller, darbeler... Aslında saymakla bitmeyecek hem ülkeyi hem de tüm dünyayı ilgilendirecek büyük olaylar yaşanıyor ama her şeye rağmen evdeki büyüklerden tutun da küçüğüne kadar herkes her şeyin sonunda güzel olacağına inanıyor. Şimdi bunların bir tanesini yaşasak neler olabileceğini bile düşünemiyorum.
O dönemin insanlarını, sezgilerini, algılarını, aile birliğini tüm o yaşama ritüellerini de okuyoruz. Birbirlerine bayrak gibi devroluyor aydın aile yapısı, ahlakı... Nakime Kavalalı tanıklığından yola çıkılarak kaleme alınan kitap bu noktada bir değil birçok neslin öyküsü aslında.
- Evet, birçok neslin öyküsü. Osmanlı döneminde başlayan ve günümüze kadar uzanan hayat hikâyeleri. Ama sizin de söylediğiniz gibi bayrak gibi devroluyor aydın aile yapısı, ahlakı, görgü kuralları' Farklı yıllarda, farklı şehirlerde, farklı evlerde olmasına rağmen kaybolmayan bir aile bütünlüğü söz konusu. Bu da nesilden nesile geçerek devam ediyor.
'Son yıllarda yaşananlar Nakime Çullu'yu derinden sarsmıştı'
Torunları için endişeleniyor Nakime Hanım. Bu endişelerini dile getirerek bitiyor kitap. Ülkenin hali düşünüldüğünde onun bu haklı duygusunu anlatır mısınız?
- Evet, son yıllarda yaşananlar Nakime Çullu'yu ciddi anlamda üzüyordu. Kimi zaman haberleri izlerken gözleri doluyordu, kimi zamansa sinirleniyordu. Ben ve eşim her ne kadar haberlerden onu uzak tutmaya çalışsak da yaşadığı süre boyunca hiçbir zaman vazgeçmedi gündemi takip etmekten. Kimi zaman ben bile bu ülkede yaşananları izlerken dayanamıyor televizyonu kapatıyor veya gazeteyi okumayı bırakıyordum. İçten içe hak veriyordum anneanneye. 5-10 yıl önce konuşulması bile söz konusu olmayan durumlar şu an olağan bir hale geldi. Örneğin son dönemde ortaya atılan 'Şeker Portakalı' kitabının müstehcen olduğu iddiası beni derinden etkiledi. Çok severim ben Şeker Portakalı'nı, Zeze'yi ve yaşadıklarını... Ama nasıl bir zihniyettir ki bu kitabı müstehcen buluyor. Kayınpederim Aydın Emeç'in çevirisi olan bu kitap Türkiye'ye mal olmuş ve özellikle çocukların başlıca sevdiği eserlerden biridir. Şimdi böyle kitapların müstehcen bulunup yasaklanmasının söz konusu olduğu bir ülkede, nasıl bir nesil yetişip Cumhuriyet bayrağını ne koşullarda devralır ve dalgalanmasını nasıl sağlar? Düşünmeden edemiyorum'
Kavalalı Ailesi kitabını yazmaya karar verdiğinizde çevrenizde nasıl tepkiler oluştuğunu sorarak bitirelim söyleşimizi?
- Açıkçası ben bu kararı verdiğimde eşim, anneanne ve Emine Swann (Hüseyin Kavalalı'nın torunlarından) bana çok destek oldu. Kimseye söylemeden önce eşimle birlikte elimizde bulunan kaynakları toparladık. Elimdeki belgeleri düzenlerken nasıl yazacağımı daha iyi anladım. Bütün hazırlıklar bittikten sonra ailenin diğer fertlerine kitap fikrimden bahsettim. Sonuçta aile üyelerinin adları geçecek ve kimi zaman da özel hayatlarıyla ilgili bilgiler verecektim. Bu durumu nasıl açıklar ve onları nasıl ikna ederim diye düşünürken ailenin tüm fertleri onay vermekten öte her konuda destek olacaklarını söyledi.
Gamze Akdemir
Cumhuriyet
Hiç yorum yok...