İçlerinde hasta olarak bulunmamışsak bile bir çoğumuz akıl hastanelerini gezip görmüşüzdür.
Ya da en azından, akıl hastalıkları konusunda bir fikrimiz vardır.
Akıl hastalığının belirgin özelliklerinden biri, yanılsamaların, düşlerin, mantık dışı kavram ya da olguların doğru sanılmasıdır.
Bir akıl hastanesinin bahçesinde yıllar önce gördüğüm o genç adamın görüntüsü gözlerimin önündedir.
Arkasına basarak giydiği pabuçlarından fırlayan çıplak ayaklarının çatlak tabanları üzerinde kasıla kasıla yürürken dünyayı değiştirmek için görevlendirildiğini anlatıyordu…
Bu sütunda yayımlanan “Diktatör ve Soytarı” başlıklı bir yazımda (8 Mayıs 2010), Kasımpaşa’da trafik polisliği üstlenen zavallı bir deliden söz etmiştim.
Çoktandır ortalıkta değildi.
Önceki gün o caddeden geçerken yine gördüm.
Canlılığı azıcık azalmış gibiydi, ama görevinin başındaydı…
Ona deli olduğunu anlatmanın olanağı yoktu.
Ona göre belki de, deli olan o değil, onun dışında kalan herkesti…
***
Konu saptamak için birkaç günün birikmiş gazetelerini gözden geçirirken, kendimi birden bir akıl hastanesinde gibi duyumsadım.
Abarttığımı düşünmeyin, kesinlikle öyle olduğunu duyumsadım ve düşündüm…
Son birkaç günden birkaç örnek:
Bir köşe yazarı, Dink davası “Ergenekon”a bağlanamadığı için hayıflanıyordu…
Sizce bu bir akıl hastalığı değil midir?
Adını da koyabiliriz: Ergenekon paranoyası…
Adam her yerde, her şeyde Ergenekon görüyor… Kafayı onunla bozmuş.
Aynı adı taşıyan ve yıllardır sürmekte olan davada bir arpa boyu yol alınamamış olması, içerde yıllardır çürütülmekte olan meslektaşları onu kaygılandırıp düşündürmüyor.
Arzusu, beklentisi, Dink davasının da tıpkı Danıştay davası gibi, Ergenekon’a bağlanması…
Bu, apaçık, kesinkes bir akıl hastalığı değilse nedir?
***
Bir üst düzey yetkili, tutukluluk süresinin azaltılabileceğini, örneğin on yıldan sekiz yıla indirilebileceğini açıklıyor…
Bunu söyleyen birinin akıl sağlığı sizce yerinde olabilir mi?
Ortalama altmış yetmiş yıllık insan ömrünün bir yaşam kadar uzun on yılını, kimi kez neyle suçlandığınızı da öğrenemeden tutsak olarak geçireceksiniz.
Fakat bir lütuf olarak bu süre birkaç yıl azaltılabilir.
Böyle bir sözü ancak, kendini akıllı sanan bir akıl hastası, usa vurma yeteneğini yitirmiş biri, akıl hastası ya da ahmak olduklarını düşündüğü kimselerin önünde, onlarla alay etmek için söyleyebilir.
Bir akıl hastanesi diyaloğudur bu…
***
Üzerinde yumurta bulunan öğrenciye on bir yıl…
Belediye başkanına yüzlerce yıl…
Kendisine yöneltilen suçla ilgili olarak değil de, savunmasıyla ilgili olarak bir parti başkanına on altı yıl…
Ölçü birimi onlarca, yüzlerce yıl olan hapis cezaları…
Yakında, örneğin, yirmi ikinci, yirmi üçüncü, yirmi beşinci yüzyıla kadar diye adlandırılan hapis cezaları gelebilir…
İyi ki idam cezası yok… Örneğin şöyle cezalar verilebilirdi: Sehpadan indirildikten sonra birkaç kez daha asılmasına…
Bütün bunlar normal bir insan toplumunda değil, bir akıl hastanesinde olabilecek ya da kurgusal olarak tasarlanabilecek şeyler…
***
Bir psikiyatr arkadaşımdan dinlemiştim.
Dokuz çocuklu bir aile, on dört yaşındaki kızlarını aklından zoru var diyerek ona getirmiş…
Çocukla konuşmalarında bir anormallik görmeyen arkadaşım, konu nedir diye babaya sormuş.
Adam, evlerinin damında cinlerin gürültü yaptığını; kendisi, karısı, öteki çocukların hepsi bu gürültüleri duymaktayken bir tek aklından zoru olan bu kızın duymadığını söyleyerek yanıtlamış soruyu…
Durumumuz, tersinden de olsa, o çocukcağızınkine benziyor…
Tersinden deyişim şundan:
Olup bitenler konusunda vurdumduymazlarımız çoğunlukta…
Bazılarımız ise toplumu saran akıl sapkınlığının, mantık dışılığın şimdilik farkındayız…
Fakat bu nereye kadar böyle sürüp gidebilir?
Topluca çıldıracak olmamız belki de uzak bir olasılık değil…
Ataol Behramoğlu
Cumhuriyet
Hiç yorum yok...