Bir zamanlar, milletin efendisiydik! Ulu Önderin söylemiyle… Ülkemizde, tarımda kendi kendine yeten dünyanın 7 ülkesinden biri…Tarım olunca hayvancılık olmaz mı? Hayvancılığımızda ülke ekonomisinin önemli bir ayağıydı kuşkusuz.
Velhasıl!.. kimseye muhtaç değildik…
Tarlamızı kendimiz eker, hasadı kendimiz toplardık. Mahsulümüzden ihtiyacımız olanı alır, gerisini satardık… Üst-baş olurdu ‘o’ bize… Ev olur, eşya olurdu; tenceremizde kaynar, çoluğumuza çocuğumuza okul parası veya harçlık olurdu…
Hasat, şenliklerle uğurlanır, düğünlere ve 'borç'lara tarih olurdu… Düveler, danalar, kuzular çeyiz olurdu kızlarımıza ve delikanlılarımıza…
Kısacası; geleceğimizden bir kaygımız yoktu, mutluyduk, huzurluyduk; kendi toprağımızın efendisiyken !
YA ŞİMDİ !...
Evet, ya şimdi !... Ne oldu da kendi kendine yeten bu ülke, bugün tarımda dışa bağımlı ve ithalatçı duruma geldi… Mercimek, nohut, pirinç, incir, üzüm, şeker pancarı ve diğer ürünlerde ihracatçı iken nasıl ithalatçı duruma düştük…
Sertifikalı tahıl tohumluğunun yüzde 80’ini, yem bitkileri tohumluğunun yüzde 75’ini üreten, damızlık hayvan gereksiniminin yüzde 10’unu karşılayan, ulu önder Atatürk’ün eseri TİGEM(DÜÇ)’ lerin satılması kimlerin istemiydi ?
Ülkemizde, bitkisel-hayvansal üretim materyalini üretip, uygun fiyatla ve zamanında üreticiye ulaştırmak üzere oluşturulan Acıpayam, Çiçekdağı, Gelemen, İnanlı, Gökçeada, Ardahan, Hafik, Boztepe ve Kazova gibi TİGEM’lerin özel sektöre kiralanması ya da kapatılması niye?..
Başardılar (!)
Şimdi, ulu önder Atatürk’ün efendileri, yüzde 100 artan mazot ve gübre fiyatları ve ülkemize dışarıdan giren tarım ürünleri nedeniyle toprağını terk ediyor, ahırları ve ağılları boşalıyor.
Peki ! Ya geriye kalanlar… Onlar; ipotek ve haciz kıskacı altında çırpınıyor; kimileri hapiste, kimileriyse köylerini terk etmeye hazırlanıyor.
Yaşamayan bilmez, elbet onların yüreğinde yanan ateşi… Kolay mı toprağını bırakıp gitmek. Toprak bir başka sevdadır kimileri için… Bazen özgürlüktür, bazen gelecek; bazen berekettir, bazen demir parmaklıklar; bazen ise kara toprak…
Bir çiftçi çocuğu olarak izliyorum, gelişmeleri…Üzülmemek elde mi? Dalıyorum!.. Film şeridi gibi sarılıyor çocukluğum…
Pıtrak bahçesi gibiydi Karaçallık, o yıllar; eskimiş ayakkabılarımıza yapışan kırmızı toprak eve kadar arkadaşlık ederdi, bize…Nankörlük edemem. Çok ekmeğini yedik Karaçallığın.
Karaçallık, atalarımızdan kalmış bir tarım arazisiymiş…Her karışında izini, her adımında kokusunu duyduğum annem, şimdi Şah Ahmet Sultan’ın yadigarı Karaçallıkta uyuyor. Karaçallık, yılların emeğini, dostluğunu karşılıksız bırakmamış olmalı, 10 yıldır konuk ediyor annemi. Dedik ya! sevdadır kimileri için toprak…
Uzun hendeğin ve karaçallığın ineklerimize yaptığı ev sahipliği düşüyor, usuma… Ekmek teknemizdi hayvanlarımız da, toprak gibi… Kimi zaman pazar harçlığı, kimi zaman elektrik faturası kimi zaman ayakkabı parası olurdu bize… Ah ! o buzağılar yok mu, komşularımızı dahi sevindirirdi, doğduğunda… ‘Ağız’ dediğimiz ilk sütünü tatmayan komşu, eş, dost kalmazdı. Merdivenlerden düşürmeden yaşam alanlarımıza taşıdığımızı nasıl unuturum… Satıldıklarında, kendimizden bir parçamız kopardı adeta, üzülürdük, ama!... Çaresiz! Geleceğimizin güvencesi, sigortası sayardık ‘onları’…
İşte bu nedenle, geçmişim; bankalardan aldıkları kredileri zamanında ödeyemediği için icralık olan Çanakkale' li köylülerin yerine koymamı zorunlu kılıyor… 6 köyden 200'e yakın kişiden biride benim. Milliyet Ege’nin duyurduğu; alın terinin karşılığını alamayan ve banka borçları yüzünden arazilerini elden çıkaran Egeli çiftçiyim ben; ve 27 Mart 2010’da Sözcü Gazetesinin duyurduğu ‘Haciz Batağındaki Milletin Efendisi ’de…
EFENDİDEN IRGATLIĞA …
Ali Ekber Yıldırım; DÜNYA Gazetesi'nde tarım yazarı. Şöyle diyor Yıldırım 15 Nisan 2010 tarihli yazısında, özetle; “iki yıl önce yaşanan kuraklıktan sonra 2009 yılı üretim açısından iyi geçti. Fakat artan girdi maliyetleri nedeniyle üretici her geçen gün daha pahalıya üretirken, ürünü daha ucuza satmak zorunda kalıyor. Bu nedenle banka kredilerini ödemede sıkıntılar yaşanıyor. Çiftçi kredi borcunu diğer bankadan kredi alarak kapatmaya çalıştıkça borcu daha da büyüyor… Kullanılan kredi artıyor, fakat takibe düşen kredi miktarı oransal olarak çok daha hızlı artıyor… Sel ve don felaketinin tarımsal kredilerin geri ödenmesine olumsuz etkisi olacak. BDDK verilerine göre takipteki kredi miktarı 1 milyar lira düzeyine ulaştı” Kısaca; tehlike büyük !
Uyarıyor, Yıldırım; “pek çok banka ellerindeki binlerce dekar araziyi satarak parasını kurtarmaya çalışacak” Ancak!... “Çiftçi için durum çok daha vahim. Çok sayıda çiftçi, borcunu ödeyemediği için tarlasını ve diğer varlıklarını kaybedebilir. Hapse girebilir”
Yıldırım’ın verdiği şu ayrıntı daha da önemli; yeni dönemde tarımı keşfeden bankaların, pek çoğu yabancılara teslim edilen bankalar.
14 Haziran 2008 tarihli Vatan; “Suudi Arabistan Tarım Bakan Yardımcısı Abdullah El Obaid’in, Türkiye dahil 5 ülkede buğday, mısır, pirinç gibi stratejik ürünlerin üretimi için en az 100 bin hektar arazi alacaklarını” duyurmuş.
25 milyar dolar yabancı sermayeye ihtiyaç olduğunu söyleyen Başbakan’da; “yabancı şirket tarım amacıyla 100 dönüm isterse vermek durumundayız. İhtiyacını karşılayacak arazi bulamazsa küresel sermaye niçin bizi tercih etsin?" buyuruyor.(02.07.2008 tarihli gazeteler).
Çiftçimizin başına gelenler, bir planın parçaları gibi! Özetle; yaşananlar, ‘taşları bağlamışlar, itleri salmışlar’ deyimine ne kadar da uyuyor !..
Hiç yorum yok...