Günlerdir medyadan depremi naklen yayın olarak izliyoruz. Çoluk çocuğu ölmüş bir adam, “takdiri ilâhi” diyor. İnşaat mühendisi bir bilirkişi konuşmasına şöyle başlıyor: “Tanrı’ya dua edelim, bize bir daha böyle bir felaket göstermesin.” Deprembilimci bir profesör, “Dua edelim” diyor, “felaket pazar günü oldu, okullar açık olsaydı ölümler beşe katlanırdı.”
Yani cümleten işleri Allah’a havale etmekte üstümüze yok. Biz bu kadar akılsızsak Allah ne yapsın? Yunus’un altında kaldığı binanın müteahhidi acaba vicdan azabı çekiyor mu? Çaldığı çırptığı paralarla metreslerinin gerdanlarını mı donattı? Kendine yaptırdığı iki katlı binasında tek çizik olmayan bir başka müteahhit ortaya çıktı, peki o binaya kullanılabilir izni veren kamu görevlileri nerede? Kaç kuruş rüşvet aldılar?
Keşke, keşke bu ülke çoğunluğu Budist ya da Ortodoks bir ülke olsaydı, o zaman emin olun insanlar iki rekat namaz kılıp “Allahım beni affet” diyerek günahlarından kurtulamayacaklarını öğrendiklerinden bu binaları yapmazlardı.
Dinlerin toplum düzeni üstündeki başarısı insanlarda vicdan ve adalet duygularını geliştirmeleriyle ölçülür. İslamiyet bu açıdan dünyanın her yerinde görüldüğü gibi sürekli sınıfta kalıyor; gerçek ve yapıcı bir reforma her zamankinden daha çok ihtiyacı var.
Adalet ve vicdan duygusunu her kesime ulaştıracak din görevlilerine her zamankinden daha çok ihtiyaç var.
Cezaların devede kulak olduğu, yerel yönetimlerin gerek oy kaygısıyla, gerekse rüşvet yemenin önlenemez tadıyla göz yumdukları, denetim firmalarının da bal gibi rüşvete bulaştığı bu ortamda, elbette vicdan ve adalet duygusu sarınabileceğimiz tek şey oluyor.
Akademik yaşamımızın perişanlığı da bir şamar gibi yüzümüzü kızartmaya devam ediyor. YÖK yasalarıyla iktidarın boyunduruğuna girmiş akademik çevre açıkça söylüyor: “Bizim bu faydan haberimiz yoktu.”
Neyse ki hâlâ boyunduruğa girmemiş odalarımız var. Onlar açıkça “Kral çıplak” diyorlar, “bu denetim sistemi böyle sürdürülürse ve Mimarlar Odası’nın, İnşaat Mühendisleri Odası’nın önerileri hayata geçmezse daha pek çok felaket kapımızı çalar.”
Demek ki neymiş, kalkınma öyle AVM’ler açmakla, bin katlı binalar dizmekle olmuyor, insanın en doğal insan hakkı olan “barınma hakkının” doğru kullanılmadığı bir ülkede kalkınmadan söz etmek sadece halkı pembe rüyalarla uyutmayı düşünenlerin ağızlarına pelesenk ettiği bir söz olmaktan öteye gidemiyor.
Çadır yetmiyor, halk arabaları yağmalıyor. Elbette bunlar olacak, Van’a gidenler bilir, Van Kalesi’ne çıktığınızda çevrenizi onlarca çocuk sarar ve size para karşılığı rehberlik yapmayı teklif ederler. Çünkü Van en çok göç alan kentlerden biridir, sadece Van Kalesi’nde değil, sokaklarında çocuk satıcıların en çok olduğu kentlerden biridir. Ve her evden en az yedi çocuk fırlar, doğum kontrolünün tümüyle unutulduğu ülkemizde Güneydoğu ve Doğu’da çocuklar kimisi dağ için kimisi aileye bakmak için sıralanırlar.
Üstelik arabaları yağmalıyorlar diye niye kızıyorsunuz? Hele de iktidar neye kızıyor? Bu ülkeyi sadaka kültürüne alıştıranlar sizin hükümetleriniz, sizin politikalarınız! Sadaka kültürüne alıştırılanların, “hurra” diye kamyonlara tırmanması kadar doğal bir şey olamaz! Kim ne kaparsa! Bu kültürü yaydınız hem de dünyanın en misafirperver, en paylaşımcı insanlarının yaşadığı bir coğrafyada.
Bir çift söz de, içimde kalmasın, Van’ın BDP’li Belediye Başkanı’na. Bırakın allahaşkına şu siyasi, beylik söylemleri. Sizin yeriniz şimdilerde tüm kadronuzla sokaklar olmalıdır. “Valilik bizi çağırmadı”, “Bizi kriz merkezine yaklaştırmıyorlar” diye mazeretler üretmeyin. Şimdi iş zamanıdır.
İçler açısı durumumuza belki bir katkısı olur, Amerikan Büyükelçiliği’nin WikiLeaks tarafından yayımlanan, İstanbul’un deprem hazırlığı konusundaki 2011 tarihli bir belgesinde şöyle tespitler var: “Binaların dizaynını test eden ve inşaatları denetleyenlerin profesyonel nitelikleri olağanüstü düşüktür... Mimarların depreme dayanıklı bina dizayn etmek için kullandıkları yazılım programları eski ve çağın gerisinde kalmıştır. Kamu otoritesi adına binaları denetleyenler de bu eski teknoloji yazılım programlarını kullanıyorlar.”
Bu bilgi herkese ve özellikle de sosyal medyada sisteme karşı çıkmayı akıllarına bile getirmeyen ama “En büyük Türk biziz!” diye bas bas bağıranlara duyurulur.
Işıl Özgentürk
Cumhuriyet
Hiç yorum yok...