Sonbaharın son günleriydi, küçücük bir saksıya sokakta bulduğum bir meşe palamudunu sokuşturmuştum. Mart ayı sonunda topraktan inanılmaz gürbüzlükte bir yeşillik fışkırdı ve şimdi bir meşe fidanı hızla büyüyor; küçücük balkonumda ve küçücük saksıda… Hayat böyle inanılmaz süprizlerle dolu neyin nereye kök salacağını önceden bilemiyor insan.
Meşe, bu hızla bu saksıya sığmayacak, önce onu daha büyük bir saksıya almam sonra da dikebileceğim uygun bir yer bulmam gerekecek. “Ah ne güzel bir yerlerde bir meşe ağacım olacak” diye sevinirken sevincim hep boğazımda düğümleniyor. Çünkü çevreme bakıyorum gencecik fidanlar, koca koca ağaçlar çeşitli bahanelerle kesiliyor. Yol kenarlarındaki akasyaları, altına park eden araçları kirletiyor diye kesiyorlar, meyve ağaçlarını da aynı gerekçeyle… Site bahçelerine zamanında dikilmiş çamları ise manzarayı kapatıyor diye… Burası Ankara, hangi manzarayı kapatıyor gölü mü denizi mi? Kuru caddeler sokaklar manzara mıdır? Hem de bazı semtler böylesine yeşille donanmışken ağaçların keyfi yerindeyken onlara neden kıyılır? Her ne gerekçeyle olursa olsun ağaç keserken, hatta bazı ağaçları budarken kılı kırk yarmalıdır uzmanlarına danışmalıdır. Bazen bir ağaç kesildiğinde diğerleri de küser bozulur kurur. Çünkü onlar birbirlerine omuz verirler birbirlerinin gölgesinden yararlanarak büyürler. Çevreme bakıyorum her yer hızla yapılaşıyor; bazıları kendiliğinden boy vermiş güzelim ıhlamurlar, iğdeler, akasyalar, cevizler yerini yapay bahçelere bodur bitkilere bırakıyor.
Hele ormanların yok edilmesine, yanmasına yakılmasına dayanamıyorum dünyanın herhangi bir yerinde bir orman yangını, orman katliamı duysam sanki kolum kanadım kırılıyor, soluğum kesiliyor. Çünkü orman yaşam ve dayanışma ortamıdır, bir ağaç topluluğunun orman olabilmesi için çok uzun yıllar geçmesi; ağaçların toprakla, rüzgârla, suyla iletişim kurması anlaşması birbirlerini sevmesi gerekir. Orada ağaç, ot, sarmaşık, çiçek, mantar; sincap, kertenkele, kaplumbağa, yılan hem ormanın kendisidir hem de bir parçası… Bir yandan Marsta yaşam kurabilmek için gezegende dev fanuslarda ağaç yetiştirerek gerekli oksijeni sağlamayı düşünüyor insanoğlu, öte yandan kendi gezegeninde, kendi kentinde, kendi bahçesindeki ağaçları, ormanları insafsızca yok ediyor. Bu ne inanılmaz bir çelişkidir.
Fakat biz, daha ne inanılmaz çelişkiler yaşıyoruz. Kendi türünü sevmeyen insanoğlundan daha ne bekliyoruz? Ağaçlardan öğrenecek çok şey varken biz henüz ne “bir ağaç gibi tek ve hür” yaşamayı becerebiliyoruz ne de “bir orman gibi kardeşçesine”… Fırsat varken gidin bir ağacın gövdesine sarılın kulağınızı dayayın, ağacın içinden geçen hayat suyunun sesini duymaya çalışın. O ses size çok şey anlatabilir. Özgürlüğü, sert rüzgârlara direnmeyi, esnekliği, uyum ve dengeyi, dayanışmayı, sevgiyi, dostluğu, kardeşliği en önemlisi de birlikte yaşamayı… Birlikte ve sevgiyle yaşamanın erdemini…
Hiç yorum yok...