GEÇENLERDE Ankara’ya 25-30 kilometre kala yaşadım yine aynı manzarayı.
Eskişehir Yolu’nda trafik yoğun, adım adım olmasa da tüm şeritler dolu.
Arkadan bir ambulans sireni duyuyoruz.
Işığıyla, sireniyle çırpınıyor gerilerde...
Ama geçeceği, gideceği bir yol yok. Yol da yok, yol veren de...
Sirenlerle, kornalarla biraz aralanıyor trafik.
Ambulans ilerlemeye çalışıyor, aralardan.
Ancak bazı sürücüler ambulansdan da atik.
Kimi ambulansın önüne geçip trafiği yarma ihtirasında.
Öncü eskort edasıyla klaksona dayanıyor.
Kimi ise ambulansın arkasına yapışmış.
Ambulans için açılan koridordan geçme derdinde.
O arabaların direksiyonunda oturanları biliyorum.
O tipolojiyi tanıyorum, kentin değişik manzaralarından.
Yaptıkları sadece trafikte tehlike yaratmak, ambulansı zora sokmakla mı sınırlı?
Hayır. Sorun çok daha derinde.
Sıradışı bir durumdan bencilce yararlanma refleksi...
Ambulansın içinde ölümden kaçmaya, yaşama yeniden, bir yerinden tutunmaya çalışan bir insan mı var?
O an nefes mi alamıyor. Kalbi mi durdu.
Ne gam...
Başkalarının yaşamını zorlaştırarak, hatta yaşamına rağmen aradan sıyrılma çabası öncelikle insani bir sorun.
Ama bunun giderek toplu bir eğilim haline girmesi, toplumsal bir erozyonu da yerleştiriyor yaşantımıza.
Tanıyorum onları.
Trafikte yayaları hiçe sayarak kırmızıda geçen de o.
Ambulansı bir fırsat olarak gören de...
Yaşar SÖKMENSÜER
Hürriyet-ANKARA
Hiç yorum yok...