-
1056 nolu mesaja ithafen yazılmıştır.
Saygıdeğer beyefendi,
Yazdıklarınızı okudum.Ancak esefle karşıladım.TSK siz veya başkaları istedi diye bir hareket yapmaz.Görev ve sorumlulukları İç Hizmet Kanununda tanımlanmıştır.Hiç bir zamanda bu sorumluluk dışına çıkmaz.
Gerektiği zaman ve yerde görevini layıkıyla ifa eder.Etmiştir de...Çağlayanla ilgili sorun nedir.Açık açık yazmamışsınız.Göndermelere yaparak milletin bağrından çıkan Türk Ordusunu da öyle iki satırla küçümseyemezsiniz.
Tankların çağlayandan yada başka bir nizamiyeden çıkması kimseyi ilgilendirmez.Tabiki nereye gideceğide.Bu temelli de olur, kızılayda olur, yurdumuzun her bölgeside olur.Bunu tayin etmek "ordu" dışındakilere düşmez.
Demokratik bir ülkede yaşamak, onun en başta koruyucusu olan bir kurumu yazılan yazılarla eleştirmek hiç bir şekilde yakışık almaz.
Dağda , ovada nerde bir yeşillik görseniz orası askeri bir kurumun arazisidir. Arazileri veripte betonlaşmayı kabul etmek çokmu hoş olacak.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı çayyolu girişindeki araziyi 99 yıllığına kiralayıp, onbinlerce çam ve diğer ağaç dikmesi kötü bir şey mi. Bu yapılmasaydı eğer orada da şimdi beton binalar yer alacaktı değil mi?
Sizden ricam biraz daha dikkatli olmanız ve duyarlı davranmanız.
Tarih: 15 Ocak 2007 12:05 Ekleyen: Beğenme: 0
-
DAVETE İCABET
Ciddi bir engelimizin çıkmaması durumunda güzel olan davetleri reddetmek gibi bir lüksümün bulunmadığını en azından kendi adıma belirtmek isterim.
Saygılarımla
Tarih: 15 Ocak 2007 11:56 Ekleyen: Beğenme: 0
-
Saygı ve sevgi bizden efendim.
ÇAP'IN DÜŞÜNCE FABRİKALARI ÇALIŞIYOR,
ÇAYYOLU KAZANIYOR!
Bilindiği üzere; Sayın Başkanımız tekstilci olduğundan dolayı ithal ettiği ucuz Amerikan bezlerine devamlı sloganlar yazdırıp, Çayyolu caddelerini süslüyor. Buna karşın bir dostum, bana hediye olarak bir top düz Nazilli basması göndermiş. Başlıktaki sloganla Çayyolu caddelerini süslememiz için!
Eflatunun bu geceki vardiyasıyla Türkiye'nin hızla taşraya kayma vardiyası, ne yazık ki üzücü bir tezat...
Daha önce de yazmıştım. Albert Einstein'a, ya da Stephen Hawking'e sormuşlar:
- "Üstadım, sizce en büyük mutluluk nedir?"
Üstad cevap vermiş:
- "Benim için en büyük mutluluk anlamaktır"
demiş.
Doğrusu eflatun gazetede bugün okunacak son haberler Sayın Taşkın Tuna'nın kitabı, "Uzayın sırları" gibi olmuş.
Ama bendeniz, bu derinliklerde yapılan felsefe edebiyatındaki kara delikleri iyice anladım.
Çayyolu, eflatun aynanın önünde değerli bir sakinle tanıştı. Darısı Türkiye'nin başına!
* * *
D A V E T İ Y E
16.01.2006 tarihinde saat: 19:57'de "iyiler mutlaka kazanır" sitesinin 10 numaralı dairesinde bir "doğum günü" partisi verilecektir.
Eflatun kır kahvesinin tüm ziyaretçileri davetlidir.
Lütfen bekleyiniz!
Tarih: 15 Ocak 2007 03:43 Ekleyen: Beğenme: 0
-
AYNI GEREKÇELERİ PAYLAŞIYORUZ
Sayın Faruk Elmasoğlu, yanlış anlayacak hiç bir durum yoktur efendim. Ben de sizinle aynı duyguları paylaşıyor ve bahse konu (başta Yonca Hanım ve Sayın Çinici ve de zat-ı aliniz gibi) değerli yazarlarımızın bizlere duyduğu saygı ve sevgi nedeniyle katlandıkları bu zahmete katlanmalarına gerek olmadığını, tam aksine bizlerin onları anlamak konusunda en ufak bir sıkıntı çekmeyeceğimizi belirtmek için bu mesajı yazma ihtiyacı hissettim. Ancak dediğiniz gibi her koşulda "takdir" kendilerinindir. Biz her iki şekline de saygı duyarız. Belli ki onlar, önce kendilerine saygısı olan insanlardır. Konuyu şu güzel veciz sözle bitirelim :
"kendisine saygı duymayanların, başkalarına saygı duymaları mümkün değildir"
Saygılarımla.
Tarih: 15 Ocak 2007 02:32 Ekleyen: Beğenme: 0
-
YER SOFRASI VE İZM'LER (5)
Şu bizim kadir kıymet bilmez, nankör ayak takımı bütün bu maddi ve manevi rehabilitasyonlara ve translara rağmen halen yola gelmiyorsa bu defa en tepenin bir altında yer alan (4.cü) sofranın "kodumu oturtan" sakinleri "biz yönetiriz, biz biliriz, ben sizin babanızım" ninnileri ile yola gelmez ayak takımını bir daha iflah olmaz bir şekilde bir güzel ikna(!) ederler ki, bundan en çok brinci sofra ve üzerindeki katmanlar mutlu olurlar. Eh ne de olsa dördüncü sofranın sakinleri eni konu onlardan birisidir ya da en kötüsü onlardan birisinin adamıdır velhasıl. En altkakiler mi? Bilmem. Altta kalanın canı çıksın değil mi efendim, onlar da üst sofralarda kurulsalardı ne yapalım. Ya zurnanın "zırt" dediği yerde oyun nasıl sürüyor? Hadi oyunun son perdesini hep birlikte kapatalım. O makamda(5.ci sofra) aşağıdakilerin tanrısı, tanrılar tanrısı Zeus'tan kudretli tanrı "PARA" oturuyor. Para denen tanrı konuşunca, herkes susar ve bu oyun da burada biter.
Bu güzel, süslü, ikna gücü yüksek(!) oyunun adını mı söylemedik? Hay allah, nasıl da unuttuk;
"PYRAMID OF CAPITALIST SYSTEM"
Nam-ı Diğer
"KAPİTALİST SİSTEMİN PİRAMİDİ"
İyi uykular efendim, aman rüyalarımızda uyanık kalmayı unutmayalım.
Saygı ve sevgilerimle.
Tarih: 15 Ocak 2007 02:19 Ekleyen: Beğenme: 0
-
YER SOFRASI VE İZM'LER (4)
Sonraki (2.ci) sofranın üzerindeki askerler, silahlar ise oyunun "zamanı geldiğinde kullanılacak" oyuncularıdır. Peki o zaman hangi zamandır? O zaman, genellikle en alttakilerin omuzlarına binen gavur ölüsünden beter bütün üsttekilerin ağırlığı altında ezilip, "istemezük, istemezük" diye inlemeye başladıkları zamandır. İşte o zaman bu askerler ve silahlar devreye girecekler ve o istemezük nidaları söyleyenlerin seslerini, soluklarını bir güzel kesiverecekler, onlara hanyayı, Konya'yı bir güzel göstereceklerdir. Ama işe öncelikle ilk sesi çıkanlardan başlayacaklardır ki, ahaliye bir güzel ibret-i alem olup, bir daha nefes almak için bile ağızlarını açmasınlar. Eğer bu kadar güzellikle(!) uygulanan ehlileştirme operosyonu da bu ayak takımını terbiye etmeye yetmeyecekse, bu defa da, çapı militarizm sofrasından dar, ama etkisi sadece bu dünyayı değil, öbür tarafı da kapsayan din adamlarının ve nefesi kuvetli zat-ı muhteremin bağdaş kurduğu (3.cü) sofranın zevatı devreye girecek ve bu ayak takımını maneviyata davet ederek ehlileştirmeye çalışacaktır. Çünkü bu lüks kamaranın zevatına göre, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan aşağıdaki ayak takımının yaşadıkları "onların kaderleridir". Bunun için üzülmeleliler ve kaderlerine razı olmalıdırlar. Ayrıca kimsenin hakkı kimsede kalmayacak, bu tarafta değilse bile, öbür tarafta haklarını mutlaka alacaklardır. Yeter ki, maneviyatlarını (hatta oyunu) bozmasınlar. Şurada gül gibi geçinip gidiyoruz değil mi efendim. Neymiş öyle hak, hukuk, ezilme, mezilme canım. Bunlar tu kaka şeyler.
Tarih: 15 Ocak 2007 01:52 Ekleyen: Beğenme: 0
-
YER SOFRASI VE İZM'LER (3)
Çapı gittikçe daralan sıradaki (4.cü) sofranın üzerine kimler mi gelecek? Kolay canım onlar tabandakiler kadar kalabalık değiller. Ama bakmayın kalabalık olmadıklarına ama bakın benden söylemesi onlar "kodu mu oturtan" cinsten kimseler ona göre. Çünkü onlar; krallar, monorklar, şahlar, padişahlar, bazen seçimle iş başına gelmiş olduğu halde kraldan çok krallar, kralcılar, saltanatçılar kısaca pay-i taht sahibi zevat sizin anlayacağınız. Geldik son (5.ci) sofraya. İşte zurnanın "zırt" dediği yer burası. Bu sofranın üstünde aşağıdakilerin (ayağı yere değen ancak üzerindeki diğer güruh nedeniyle başını yukarıya bile kaldıramayacak denli ağır yük altında ezildiği için bir türlü gökyüzünü ve gün ışığını göremeyen tabandaki mahşeri kalabalık hariç) tanrısı oturuyor. Şaka maka değil, bu tanrı adeta tanrılar tanrısı gibi bir şey canım.
Ne o oyunu hala çözemeyenlerimiz mi var aramızda? Öyleyse devam edelim. Şimdi şu tabandakiler var ya, hani bütün sofraların yükünü omuzlarında taşıyanlar. Sayıları milyarlarla söylenen şu gün yüzü görmezler canım. İşte onlar sürekli "biz sizin için çalışırız, biz sizi besleriz" şarkısını söylemek zorundalar. Çünkü oyunun ilk kuralı bu. Yoksa oyun süremez. Çünkü onların bir sofraları bile yok. (yoksa bir kedim bile yok mu olacakdı, neyse).Onların üzerinde oturan (1.ci sofra) şık hanımlar, beyler ise "siz çalışın, durmayın, biz sizin yerinize yer, içer, gezer,tozarız" şarkısını söyleyenlerdir. Onlar zorlamayla yapmazlar bu işi, kendiliklerinden söylerler, çünkü bundan büyük bir keyif duyarlar.
Sonra ki mi?
Tarih: 15 Ocak 2007 01:24 Ekleyen: Beğenme: 0
-
YER SOFRALARI VE İZM'LER (2)
Bu oyunu oynamak için bolca da oyuncuya ihtiyacımız olacak bilesiniz. Öyle 3-5 kişi falan da olmaz ha. Şöyle yüzlerce, binlerce, milyonlarca o da yetmez milyarlarca oyuncu. Unutmayın bu ilginç oyunda her birimizin mutlaka bir rolü olacak. Herkes bu oyunun parçası yani. Dönelim oyunumuza:
Hadi en büyük sofranın konulacağı yer, taban vardı ya... İşte o tabana oyuncuların ezici çoğunluğunu çağıralım ve ilk sofrayı hep birlikte ellerine alsınlar ve başlarının üzerine doğru kaldırdıkları o ilk battal sofranın etrafında koca elleriyle bir koca daire yapıversinler. (anlamadım, sofra küçük mü geldi? yok canım size öyle geliyordur, dedik ya, soframızda herkese yer var diye). Sonra bu battal sofranın(1.sofra) üzerine şöyle şık şıkırdam hanımlardan beyfendilerden bir güruhu yerleştirelim. Yalnız onlar biraz ayakta durma özürlü. Öyle sıkıya gelemezler. Hatta sofranın üzerine oturacak şık, örtülü masalar, süslü sandalyeler falan da koymayı ihmal etmeyelim ki, zavallılar(!) yorulmasınlar. Ayrıca şık tuvaletler, simokinler giyilmiş olmalı, damsız da girilmez ha. Şimdi de sıradaki (2.ci) sofrayı az önceki şık hanımlar, beylerin üzerine yerleştirelim. O sofranın üzerine ise bulabildiğimiz (hatta bulamadığımız, icad edilmiş, edilmemiş) ne kadar top, tüfek, nükleer, anti-nükleer, kimyasal, biyolojik silah varsa hep birlikte koyuverelim. Askerleri de silahların yanına. Hiç askersiz silah olur değil mi efendim? Askerlerin üzerine koyacağımız (3.cü) sofranın üzerine de ne kadar maniviyatı güçlü, nefesi kuvvetli din adamı varsa onları buyredelim.
Devam
Tarih: 15 Ocak 2007 00:58 Ekleyen: Beğenme: 0
-
Sayın Sakin Sakin'in Fazladan Efor yazısına katılıyorum. Bir buçuk sayfa süren kısa yazılar için böyle bir uygulama yapılabilir ama 3-5 sayfa süren yazılar için böyle bir şey yazıyı yazan insanların kendilerine iskence yapmaktan başka bir şey değil.
Okumuş olanlarınız hatırlayacaktır. Ben Sayın Yonca Hanım'ın (AGORAFOBİK bir yazı) SOKAK başlıklı yazısını okuyunca kendilerine sabırları için gıpta etmekle beraber buna hiç gerek olmadığını Sayın yonca Hanım'a lütfen gözlerinize acıyın diye buradan bir yazı yazmıştım.
Ama tabii ki buraya ne şekilde yazacaklarına herkes kendisi karar verir. Bizlerin söylemesi ancak bir tavsiye niteliğindedir. ( Sayın Sakin Sakin lütfen yanlış anlamayın.)
Tarih: 15 Ocak 2007 00:50 Ekleyen: Beğenme: 0
-
YER SOFRALARI VE İZM'LER (1)
Anadolu' nun kırsalındaki evlerin içi dışları gibi ferahtır. Dış çevre nasıl kentlerdeki gibi beton yığınları yerine nefes alan, nefes veren bir yeşil evren ise, iç mekanlar da buna koşut olarak eşya üstüne eşyaya boğulmuş sıkış tepiş mekanlar değildir. Yemek zamanına kadar insana daha çok boşlukla karışık bir hoşluk duygusu katan, oturulan ya da yarenlik edilen odalar ya da mekanlar, yemek zamanı gelince birden ortaya çıkarılan yer sofraları ile hareketleniverir. Günümüzde artık köylerde bile neredeyse terkedilmiş bulunan o eski yer sofraları; değişik çaplarda, otuz-kırk santim yüksekliğinde ayakları olan, genellikle ağaçtan mamül, ama illa ki yuvarlak ev araçlarındandı.
Şimdi o yuvarlak yer sofraları ile hep birlikte bir oyuna ne dersiniz? (oynamak istemeyenler "sayım, suyum yok desinler!) Önce yer sofrasının basacağı, konulacağı bir yer, bir taban yani bir döşeme olmadıdır ki, yer sofrasını kurabilelim. Sonra ilk olarak o yuvarlak yer sofralarından şöyle iri, battal boy bir tanesini alalım. (1.sofra)Peşinden ilkine göre çapı daha küçük bir yer sofrasını alıp, ilkinin üzerine koyalım (2.sofra). Sonra çapı ikinciden daha dar birini, ikincinin üstüne koyalım(3.sofra). Çapını biraz daha daralttığımız bir yenisini, yeniden bir üste (4.sofra) ve işte final, çapı en dar olan son yer sofrasını da en üste yerleştirelim. Ne görüyoruz? Yere en geniş basan ilk sofradan, en dar çapı olan son sofraya doğru baktığımızda harmandaki saman öbeğinin görüntüsü gibi yukarıya doğru daralan bir huni değil mi?
Hadi devam edelim......
Tarih: 15 Ocak 2007 00:31 Ekleyen: Beğenme: 0