BU ÇOCUKLARIN ANNELERİ YOKMU?
18 Tarütaze beden toprağın koynuna verilirken,bir yığın suskun ,susturulmuş erkek,sözüm ona gözyaşlarını içine akıtan erkekler,aldatılmış kandırılmış erkekler,yavrul-ları şahadet mertebesine erdiği için hatta gurur duyan
erkekler,onlara çocuklarının alınlarında"LA İLAHE İLALLAH"
yazısı olduğunu söylemişler ,enkaz altından çıkarıldıkların-
da.Gören yok ,sadece söylemişler ve onlar inanmışlar,hüzünlerini yüreklerine gömüp şehadet mertebesine eren çocuklarının gurunu taşımayı yeğlemiş
ler.YA ANNELER, ANNELER ORTADA YOK, ablalar anneler,teyzeler,halalar,anneanne,babaanneler yok ortada,NE CENAZEDE nede mezarlıkta kadın denen tek varlık yok.Çünkü susuturamazsınız onları,canının bir parçasını kara toprağa teslim ederken hiç bir mazeret yüreğindeki çığlığı bastıramaz .Kimbilir hangi kilit altında çığlıklarını hapsettiler.Kadınsız köyün kara bahtlı kızları ,dünyayı dört duvardan ibaret sanan yavrucaklar
gaz kokusunda düğmeye basılmıyacağını bile bilmeyen
sözüm ona(cahil) eğitmenler mekanınız cennet olsun
ama bilin ki sizlere böyle bir hayatı reva görenlerin yeri cehennem olacaktır bundan hiç şüpheniz olmasın.Herkesi aldatabilirsiniz ama Allahı asla, çünkü o sizin de bildiğiniz gibi kul hakkını affetmez.Halkını eğitmeyen,cehalete terk eden bundan menfaat üretenleri ne Allah ne kul affeder bu böyle biline.
Tarih: 03 Ağustos 2008 18:52 Ekleyen: Beğenme: 0
K orulu bır Fenomen
Ö r n e k
Bir dOğasever
Nezih Karakurt isimli zıpkın gibi bir Türk delikanlısı, herkese örnek olacak bir doğaseverlik sergiiiyor Çayyolu yöresinde. OYAK 10 daki evinin yakınındaki bir tepede kurumaya terk edilmiş yüzlerce çam fidanını yaşatabilmek için, evinden her gün kovalarla su taşımaya
başlamış. Aylarca süren bu örnek davranış, sonunda tepenin yarı
yerinde büyük bir plastik su deposu yaptırmaya kadar uzanmış.
EVinden motorla depoya su basmak suretiyle fidanları düzenli sulamaya koyulmuş Nezih.
Komşuların da dikkatini çeken bu örnek davranış öylesine beğenilmiş ve takdir edilmiş ki, Nezih mahallenin sevgi1isi haline gelmiş.
Nezih Karakurt'un yaptıkları Platforma kadar duyurulduktan sonra, kendisine bazı sorular sormak istediğimizde, çekincen bir tevazu içinde önce kabul etmek istemedi. Israrımız üzerine bir kaç kare resim vermeye razı edebildi k kendisini.
Bu sürecin nasıl başladı~ını sordugumuzda, mahcup bir şekilde başını öne eyen bu
sevimli gencimiz, yaptıklarının duyulmasında da pek hoşlanmadığını belli ediyordu aslında.
Şovmenlerle dolu dünyamızda böylesine terbiyeli ve alçak gönüllü bu gencimizi alnından öpüyor, ileride ülkemiz için daha büyük hizmetler vermesini diliyoruz.
Kaynak : A L I ND I DIR...
Sayı 2 :18 Temmuz
Ç A P. Dergisi
Tarih: 03 Ağustos 2008 18:45 Ekleyen: Beğenme: 0
Tüp patlaması sonucu Konya'da çöken dini eğitim veren öğrenci yurdunda ölenlerin yakınları ve dini kesim umarım bundan böyle her felaketi insanların dinsizliğine bağlayıp onlar dini bütün olsaydı Allah bu felaketi onların başına vermezdi diye konuşmazlar veya aynı sözleri kendileri içinde söylesinler onları o zaman görelim.
Gene onlar gibi konuşursak Kuran'dan örnek vererek
Cum'a Suresi
8- De ki Gerçekten kendisinden kaçıp durduğunuz ölüme elbette yakalanacaksınız.
Tarih: 01 Ağustos 2008 09:12 Ekleyen: Beğenme: 0
AZ ÇEKMEDİ İSTİBDADTAN MUSTAFA KEMAL
İstanbul’da Harp Akademisi son sınıfta okuyan Mustafa Kemal’in uzun bir süredir duyduğu kaygılar, 1904 yılının sonlarında giderek artmıştı. iç ve dış gelişmeler, gündelik yaşama yansıyan olumsuzluklar Mustafa Kemal’i her geçen gün daha çok üzüyordu. Hafta tatilinden dönüşü sonrası bir gün, arkadaşlarıyla konuşurken ayağa kalktı ve tüm üzüntüsü yanısıra, tüm kaygılarını da açık açık dile getirdi:
“Ali Fuat ile Beyoğlu’nda dolaştık. Bütün dükkanlar Rum, Ermeni, Yahudi, Fransız, ingiliz ve italyanlar’ın levhaları ile dolu. Bu ülke onların mı, bizim mi? Yüzyıllardır vatan çocuklarını savaş meydanlarında harcamışız, azınlık ise memlekette kalmış, ilerlemiş. Ekonomi bir ulusun yaşamasının temelini oluşturur. Yıllardır Yunan gemicileri Türk bayrağı altında dolaşarak Akdeniz ve dünya ticaretini eline almış. Marsilya, Trieste gibi büyük kentlere yerleşen Yunanlılar böylece zengin olmuşlar, memleketlerine para taşımışlar, okul açmışlar. Buralarda yetişenler Rusya’dan da yardım görerek isyan bayrağı açmış, bağımsızlığını kazanmışlar. Yarın, korkarım ki, bizden Makedonya’yı isteyecekler. Sırplar, Karadağlılar, Bulgarlar da aynı davanın peşindeler.
“Bugün için Rumeli’nde dolaşan komitacıların yaşamasını engellemek devletin gücü dışına çıkmış bulunuyor. Eğer Balkan ulusları bir anlaşmaya varırlarsa güzel Rumeli’yi kaybedeceğimize hiç kuşku etmeyelim. Bosna-Hersek’ten başlayan koparılma Meriç’te bile durdurulamaz.”
Mustafa Kemal, arkadaşları arasında hiçbir zaman ırkçı bir tutum izlememiştir; ama Türkler’i küçümseyen sözlerin sahiplerine de gerekli karşılıkları vermekten çekinmemiştir. Birgün öğretmenlerinden biri kendi ulusunu küçümsemeyekalkmış, gereksiz yere Araplar’ı övmeye başlamıştı. “Kavm-i Necip-i Arap” (Soylu Arap Kavmi) sözüyle peygamberin bile Arap olduğundan sözediyor, Araplar’ın Tanrı’nın nezdinde bile en üstün ulus olduğunu ileri sürüyordu.
Mustafa Kemal sınıfta ayağa kalktı ve öğretmenine kısa, fakat öz bir ders verdi:
“Eğer Türkler olmasaydı, Türk komutan ve bilim adamları Arap uygarlığına ışık tutmasalardı,
Endülüs’ten Orta Asya’ya ulaşan geniş bölgede ne Emeviler, ne de Abbasiler bir hilafet kurabilirdi” dedi.
Mustafa Kemal, Araplar’a güvenmez, onlardan dost olmayacağını bilirdi. Arkadaşlarıyla yaptığı tartışmalardan birinde bu konudaki görüşünü açıklıkla ifade etti:
“Arkadaşlar! Göreceksiniz bu Araplar Osmanlı imparatorluğu’na bir oyun oynayacaklar. Ne islam olmamız ne de hilafetin bizde olması Araplar ile bir çatı altında kalmamızı sağlayamaz. Bunlar bir Arap imparatorluğu peşindeler. Bugün Araplar bence Osmanlı’nın en bahtiyar kullarıdır. Yarın bu devlet parçalanırsa Araplar hiçbir zaman huzur görmeyecektir.”
Mustafa Kemal, üçüncü sınıfta okuduğu yıl arkadaşları arasında bir yardım sandığı kurmuştu.
Arkadaşlarından paraya gereksinimi olanlar, bu sandıktan borç para alabiliyorlardı.
Hafiyelerden biri bunu “Jön Türkler’e yardım için sandık kuruldu” biçiminde Yıldız Sarayı’na ihbar edince, Mustafa Kemal ve yakın arkadaşları izlenmeye alındılar.
izlenen Mustafa Kemal, Ali Fuat, Ali Fethi, Hüseyin Rauf ve Refet, bu sandıktan aldıkları borç parayla bir apartman dairesi kiralamışlardı. Burada biraraya gelip özgürlük, ülkenin kurtuluşu gibi konuları görüşüyorlar, tartışıyorlardı.
Okuldan mezun oldukları günden beri izleniyorlar; fakat bunu kendileri bilmiyorlardı. Bir gün Fethi Bey adında biriyle tanıştılar. Toplantılarına o da katılmak istedi:
“Subaydım. Ordudan atıldım. Yoksul düştüm” diyerek kendini acındırdı. Yatacak yerinin olmadığını, yardıma gereksinim duyduğunu söyledi. Mustafa Kemal ve arkadaşları, kendini böyle tanıtan bir kişiyi geri çevirmeyi düşünmediler bile... Tuttukları dairede ona bir yer verdiler, orada yatıp kalkmasını sağladılar.
Mustafa Kemal, sık sık provalara gittiği terziden o gün yeni üniformasını alacaktı. Fethi
Bey bir öneride bulundu kendisine:
“Sizle özel olarak görüşmem gereken birkaç konu var” dedi. “Bugün şu saate, filanca yerde
buluşabilir miyiz?”
Mustafa Kemal, Fethi Bey’le buluşmak üzere kararlaştırılan saatte, kararlaştırılan yere gitti. Orada kendisini yalnızca Fethi Bey değil, beraberinde birkaç kişi daha bekliyordu. Saray görevlileriydi bu kişiler... Mustafa Kemal tuzağa düşürüldüğünü anladı; ama iş işten geçmişti. Yalnızca kendisi için değil, tuttukları daireyi birlikte kullandıkları arkadaşları için de gözaltına alınma emri çıkmıştı.
O günün akşama doğru bir saatinde Ali Fuat, dikimi o gün bitecek olan üniformasını almak üzere Altın Makas adlı terzi dükkanına uğradı. Üniformasını görünce dayanamadı, üzerindekileri çıkarıp, yeni üniformasını giydi. Akşam ortak dairelerine döndüğünde arkadaşlarına hoşluk yapmak istemişti. Tam dükkandan çıkacağı sırada terzi eliyle işaret yaptı, aklına bir şey geldiğini söyledi.
“Arkadaşınız Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey’in üniforması da hazır” dedi. “Öğle saatlerinde gelip alacaktı; ama akşam oluyor, hâlâ gelmedi.”
Ali Fuat, önemsemedi:
“Herhalde bir işi çıkmıştır, usta” dedi. “Bugün gelmediyse, nasıl olsa yarın gelir alır.” Terzi dükkanından yeni üniformasıyla çıkan ve büyük bir savaş kazanmış mareşal gibi kılıcını şakırdatarak köprüye doğru yürüyen Ali Fuat’ın yanında bir anda atlı bir araba durdu. Sarayın eczacı başısı ve Ali Fuat’ın uzaktan akrabası olan Ahmet Refik Paşa, arabasına davet etti genç yüzbaşıyı:
“Oğlum, sizi büyük bir felaketten kurtarmak istiyorum” dedi. “Harp Akademisi’nden çıkan kurmay subaylardan bazıları bir komite oluşturmuş. Bu komitenin başında hatırımda yalnız adı kalan Selanikli Mustafa Kemal Efendi varmış. Siz de komitedenmişsiniz. Aranızda para toplamışsınız. Padişahımız efendimize Ramazan’ın onbeşinde Topkapı Sarayı’ndaki Hırka-i fierif ziyaretine gideceği sırada, arabasına bomba atılmak suretiyle bir suikast hazırlanmış.”
Ali Fuat konuşan kişinin sarayın yalnızca eczacıbaşısı olmadığını aynı zamanda başhafiyelerinden biri olduğunu çok iyi biliyordu:
“Bu söylediklerinizin hepsi ama hepsi yalan” dedi.
Ahmet Refik Paşa, babacan bir tavır takınmaya çalışarak sürdürdü konuşmasını:
“Ben de olası bulmuyorum bu işi” dedi. “Mustafa Kemal Efendi ile diğer birkaç yüzbaşı tutuklandı. Tutuklanma nedenleri de belli... Şimdi beni dinle, ben sizin büyükannenizin yetiştirdiği bir kimse ve ailenizin bir üyesiyim. Bana güveniniz.”
Ali Fuat, Mustafa Kemal’in ve öteki arkadaşlarının tutuklandığını öğrenince telaşlanmamaya çalıştı:
“Benden ne yapmamı bekliyorsunuz?” diye sordu. “Benden ne istiyorsunuz?”
Ali Fuat’ın bu sorusu üzerine Ahmet Refik Paşa rahat bir soluk aldı. Avını tuzağa düşürdüğünü sanıyordu. Sesine daha ılımlı bir ton vererek konuştu:
“Kurtulmanız, hatta askerlik mesleğinde hızla yükselmeniz pek kolay ve basit bir iştir” dedi. “işin aslını ve doğrusunu bana anlatırsınız. Biz de bunu padişahımız efendimize iletiriz. Her ikimizin de, yani senin de benim de bağlılığımız nedeniyle rütbelerimizi birer derece yükseltirler. Örneğin siz hemen binbaşı olabilirsiniz ve istanbul’da kalabilirsiniz. Peşinen söyleyeyim ki saraya jurnal edilen bu olay belki de doğru olmayabilir. Ancak bunu doğruymuş gibi anlatmak da bir koruma zorunluluğudur. Çünkü aslı olmayan bu gibi haberlerin arkasında mutlaka bir gerçek gizlidir.”
Mevki için, para için, rütbe için her türlü kötülüğü yapabilecek insanların varlığını bilen Ali Fuat ölçülü konuştu:
“Anlattıklarınızın hiçbiri doğru değildir” dedi. “Arkadaşlarımdan hiçbirinin ve özellikle yakın arkadaşım Mustafa Kemal’in aklından ve düşlerinden geçecek şeyler değildir sizin anlattıklarınız... Benim bildiğim bazı bekar arkadaşlar üç ayda bir maaş alabildikleri için ailelerinden gelen paraları aralarında güvendikleri bir arkadaşa saklattırırlar. Gerek gördükçe
oradan para çekerler. işte sizin ‘Aralarında para topladılar’ diye söylediğiniz olay budur. Benimse ailem istanbul’da bulunduğu, durumumda yerinde olduğu için böyle bir zorunluluk yoktur.”
Bu sözler Ahmet Refik Paşa’nın hoşuna gitmedi, öfkelendi. Ali Fuat birden kendini Yıldız Sarayı’nın önünde, daha sonra da sorgu odasında buldu. Kabasakal Mehmet Paşa onu hemen tanıdı. Ali Fuat’ın söylediklerinin hiçbir etkisi yoktu. Paşa kafasında belirlediği senaryoya uygun yanıtlar bekliyordu. Olmadığını görünce kızdı, elini masasının altına götürüp uzun bir değnek aldı ve yanındaki çavuşlara emretti:
“Çevirin yüzbaşıyı, dayak atacağım” dedi.
Çavuşlar paşanın emrini yerine getirmek üzereyken Ali Fuat, sert bir sesle paşayı uyardı:
“Padişahımızın da onayladığı ceza yasasında bir asker, askerlikten atılmadıkça, üniforması üzerinden alınmadıkça, kendisine hükmen dayak cezası uygulanamaz. Siz başkumandanımız ve padişah efendimizin sarayında onun onayladığı yasaya karşı gelemezsiniz. Eğer gelirseniz ben de onun bana verdiği bu onurlu rütbenin hakkını var gücümle savunmaya kalkarım. O zaman gerçek suçlu ben değil siz olursunuz. işte bu kadar.”
Paşa donup kaldı: “Alın yüzbaşı efendiyi götürün” dedi.
Ali Fuat yirmi gün sonra salıverildi. Mustafa Kemal ise tutuklu kaldı. Olayı duyan Zübeyde Hanım Selanik’ten istanbul’a gelip oğlunun başına ne geldiğini öğrenmek istedi. Görüştürmediler. Rıza Paşa olup bitenleri duyunca gençlerin savunmasını yaptı. Bütün tutuklular salıverildi. Bir tek Mustafa Kemal kaldı. Tuğlaları kızıl olduğu için “kızıl” adı verilen tutsakevine sağ giren ölü çıkıyordu. Tüm baskılara ve dayatmalara karşın Mustafa Kemal suçlamaları kabul etmedi. Bir şey yapamayan Yıldız Saray’ının hafiyeleri sonunda
Mustafa Kemal’le uzlaşmanın yolunu aradılar. Padişahın bir adamı Mustafa Kemal’le görüştü.
Sonunda Mustafa Kemal salıverildi. Çevrelerinde bu kez, askerlikten atıldıkları ve sürgün edildikleri dedikoduları dolaştırılmaya başladı. Kendilerinden önceki kurmaylar Divan-ı Harp’te yargılandıktan sonra Fizan’a sürgün edilmişlerdi.
Sürgüne gidiş haberini beklerken genelkurmaya çağrıldılar. Edirne ve Selanik’teki II. ve III. Ordu’ya atanacakları bildirildi. Çok sevinçliydiler. Ne ordudan atılmış ne de kovulmuşlardı. Rahat bir soluk aldıktan sonra Mustafa Kemal, sevincini Ali Fuat’la paylaştı:
“Artık Selanik’te bana konuk olursun” dedi.
Mustafa Kemal hemen annesine bir mektup yazdı:
“Müjde! Yakında kavuşacağız. Galiba Selanik’e geliyorum.”
Sevinçten havalara uçan Mustafa Kemal ve arkadaşları atama yerlerini öğrenmek için genelkurmaya gittiklerinde, beklemedikleri bir olayla daha karşılaştılar:
“Sizin kura çekmenize gerek yok” dediler. “Aranızda anlaşın, yerlerinizi kendiniz seçin.”
Mustafa Kemal bu yumuşak tutumdan ve tanınan ayrıcalıktan kuşkulandı. Üç arkadaş, gösterilen odada kendi aralarında anlaştılar ve kararlarını bildirdiler. Eve dönerlerken, kendi seçtikleri görev yerlerini düşünüyorlardı.
Rumeli karışık günler yaşıyordu. Rıza Paşa’nın “II. ve III. Orduların çok iyi yetişmiş bu subaylara gereksinimi var!” demesine karşın Zülüşü İsmail Paşa’nın “Saray’ın bunlardan kuşkuları var!” diyerek karşı koyması sonucu Mustafa Kemal ve arkadaşları kibarca sürgün
edilmişlerdi. Kolay kolay istanbul’a gelemeyecekleri ve istanbul’u rahatsız edemeyecekleri
yerlere atanmışlardı.
Mustafa Kemal, bu üzücü haberi alınca çok üzüldü:
“Haydi Beyoğlu’na çıkalım” dedi. “Zeuve Birahanesi’ne gideriz.” Ali Fuat, her zamanki evsahipliğini yineledi: “Bırakın Beyoğlu’nu” dedi. “Bizim eve gidelim.” Mustafa Kemal’in bu öneriyi geri çevirecek durumu yoktu. Viski, soda ve biraz çerez aldılar, vapura bindiler.
Mustafa Kemal’in aklına annesi geldi. Gözleri yaşardı: “Zavallı anneciğim” dedi kendi kendine... “Bu gidişle beni çoook bekleyecek.”
Yaşar Öztürk
Tarih: 01 Ağustos 2008 03:31 Ekleyen: Beğenme: 0
Karar Değil Sonuç Bildirgesi
Oylama: Şeşbeş
Tarih: 31 Temmuz 2008 12:57 Ekleyen: Beğenme: 0
S o n u ç ;
Anayasa Mahkememiz
Çankayanın 16 YİLDIZLI FORSUNA ve AKP nin 16 m i l y o n seçmenine bir dem-OK-*R*----asİ fırsatı verdi...
Yazan: $İ-- RR -- ET 'in e$$ ek-İ "İ"
Tarih: 31 Temmuz 2008 12:52 Ekleyen: Beğenme: 0
Anayasa Mahkememiz ;
T a y----> İP Paronayasına
noktalı virgül koydu...
Tarih: 31 Temmuz 2008 12:51 Ekleyen: Beğenme: 0
Hükümetimiz TSK ile uğraşmaktan doğru dürüst bir web sitesi yaptıramadığı için keyodemeleri.com veya keyodemeleri.gov (ikisine de baktım hatta tr ekleyerek de aradım) sitesine bir türlü girilemediği hepinizin malumu ama Allah razı olsun önce Milliyet isim sırasına göre sonrada Hürriyet TC kimlik numarasıyla arama sistemiyle bu işin üstesinden geldi demek ki işi bilenler yapınca oluyor yoğunluktan site çökmüyormuş.
Fakat alacağı olanların hemen hemen hiç birisi alacağı miktarı görünce durumdan memnun kalmıyor ve miktarın hesapladığı alacağın epeyce altında olduğunu söylüyorlar.
Bu arada benimde 11 kişinin verdiği karardan pek memnun kaldığım söylenemez.
Tarih: 31 Temmuz 2008 12:45 Ekleyen: Beğenme: 0
Tarihte otuz t e m m u z
Anayasa ve Hürriyet Bayramı
Tarih: 31 Temmuz 2008 12:45 Ekleyen: Beğenme: 0
güzel 1 gün doğabilir [mi ?]
İLD. sitesinde iki dairesi bulunan merkez bahkasından emekli bibürokrat komşum, kendi üstün önsezilerine göya dayanarak kurduğu kompo yeorisi ile ;
nasıl ulsa akp partisini anyasa mahkemesi kapatır kaos olur eylül dede 5 nisan kararları gibisiden durumlar olunca benim sattığım iki daire bana çayyolunda 4 daire olarak geri döner versayımıyla hareketle satılığa çıkartıp sattı.VE bizlerede anyasa mahkemesi akpyi kesin kapatıyor deyrek tiolar vermişti daha on gün bile geçmedi...
Şimdi daireleri ucza gitti aceleyle.Hani ciddi bir ihtar verilsede Partide kapatılladı arrtık durumlar neolacak bilemeyiz.Bu site içi dedikodusunu şunun için yazdım zaten dedikoduda dehil dohru..
Anayasa Mahkekememiz bütün bu spekülatör tüccarlarının planlarını hiç ummadıkları 1 biçimde bozdu. Helel osun diyorum.Hele akp kendini kendini nekadar uhraştıysada kapatıramadı ya en cok ona sevıniyorum.
Tarih: 31 Temmuz 2008 12:45 Ekleyen: Beğenme: 0