Basit Forum


Tüm Mesajlar Görüntüleniyor › Ziyaretçi Defteri

Lütfen Giriş Yap veya Kayıt Ol!

Ziyaretçi Defteri Arşivi

Ara

  • yaşamkent 50.cad sonuna doğru karina ile yeni anadolu sitesinin arasındaki caddede seçim öncesinde başlanmış(seçim yatırımı olarak)ve bitememiş kaldırım çalışması var kazanamayacaklarını anlayınca yarım kalmış ama kaldırım malzemeleri hala orda duruyo..çürüyo...yenimahalle belediyesi yetkililerinin dikkatine bitiriverin bi zahmet...ya da malzemeleri kaldırın
    Tarih: 05 Haziran 2009 17:32 Ekleyen:
  • MİLLİ EĞİTİM BAKANI SAYIN NİMET ÇUBUKÇU HANIMEFENDİYE;
    “BELEŞ DAĞITILAN DERS KİTAPLARININ DURUMU”
    Sayın Bakanım, Bildiğiniz üzere 2004 yılının EYLÜL ayında okullar açıldığında her öğrenci Zengin- Fakir ayrımı yapılmaksızın ders zili çaldığında sınıfında sıralarının üzerinde Ders kitaplarını Bedava olarak alacakları konusunda AK PARTİNİN sloganı olarak Eski Bakan Sayın Hüseyin ÇELİK’in de ballandırarak anlattığı ve uyguladığı BELEŞ DERS KİTAPLARI konusunda birkaç ricamız olacak.

    1.Bu kitapları maddi durumu çok çok iyi olan öğrencilere neden BELEŞ verildi buradaki amaç nedir?(Ülkemizin Ekonomik durumu buna elverişlimidir?)
    2.Çok güzel bir uygulama ama mesela bana bedava vermeseniz de olurdu veya hiç vermeseniz de neden bana Beleş Ders kitabı vermediniz diye üzülmezdim.
    3.Neden üzülmezdim biliyor musunuz? 2004-2005-2006-2007-2008-2009 yıllarında  (6 Yıl) oğluma bedava verilen tüm ders kitaplarının hiçbirisinin sınıflara dahi götürülmeden sayfaları dahi hiç açılmadan  her yıl okul idarelerine  tertemiz götürdüğümüzde iadesini bile almak istemediklerinden evlerimizde kitap koleksiyonları yaptık ta onun için.
    4.Şimdi soruyorum her yıl kitaplar neden her yıl değişik basılıyor, öğretmenlerimiz neden kitaplardan değil de ek kaynak kitap ve dergilerden konuları işliyorlar.Eğer ders kitapları işe yaramıyorsa neden dağıtılıyor?
    5.Şimdi size bir öneri; bu kitapları okul idareleri bizlerden toplasın en azından SEKA’ya verip binlerce AĞACIN kesilmesini önleyelim bunun yerine fakir öğrencilere burs verelim, Defter - kalem verelim.
    Çayyolum.com aracılığıyla saygılar sunarım.
    Tarih: 05 Haziran 2009 17:31 Ekleyen:
  • ÇAYYOLU VE ÜMİYKÖY ADI NEREDEN GELİYOR?

    1950'li yıllarda Kutuğun adıyla bilinen bugünkü Çayyolu Köyü; köye adını veren çayında balık tutulan, Ankaralı' ların piknik yapmak ve köyde üretilen taze yumurta ve süt gibi ürünleri satın almak amacıyla genellikle hafta sonlarında ziyaret ettikleri bir mesire yeriymiş.1967 yılında ismi Çayyolu olarak değiştirilen Kutuğun köyü Alacatlı,Bağlıca,Yapracık köyleri ile Beytepe ve Zırhlı Birlikler Okulu ile çevrili 15-20 haneli tarım ve hayvancılıkla uğraşan,geniş arazilere sahip tipik bir Anadolu köyü görünümündeymiş.
    Bölgedeki ilk kamulaştırmalar 1947 ve 1959 yıllarında Eskişehiryolu çevresinde T.S.K.lerimiz tarafından yapılmıştır.1968 yılından itibaren bölge şehirleşme ve yapılaşmaya açılmıştır. Bölgede İlk Kooperatif Bayındırlık Bakanlığı'nda çalışan bir grup memurun kurduğu Büyük Ümit İşçi Konut Yapı Kooperatifidir.Ümitköy adıyla anılan Kooperatifin kurucusu ve bir süre başkanlığını yapan Ümit İNCEEFE'den gelmektedir.
    Ankara'nın en gözde yerleşim yeri Çayyolu ve Ümitköy hakkında belki de hiç duymadığınız kısa bir tarihinin olduğunu ve bu yerleşim birimlerinin çok kısa bir süre sonra İLÇE olacağını ben umuyorum ya siz.Evet sizler de umuyormusunuz? Bakın 15-20 haneli köyün yıllar önceki durumu ile şimdiki durumunu gözönüne getirin.Yıllar çabucak geçmekte iktidarlarda da eskiyip yerlerine yenileri gelmektedir Hatırlatırım.(Emlak Denizi Murat SEYHAN'a teşekkür ederim.)
    MEHMET GURER
    Tarih: 05 Haziran 2009 17:30 Ekleyen:

  •                      SİTEM!....

          8.cadde  Cumhuriyet lokantası civarında oturuyorum.Büyük Şehir Belediyesi, refüj   tadilatında asfalt ve tretuar arsındaki yüksekliği öylesine yüksek tuttu ki ; biz yaşlardakiler için yaya geçidinden karşıdan karşıya geçmek  zorlaştı.Helede ,alışverişten dönüyorsak  kendimizi yukarı çekmek hayli zorlaşıyor ve yardım istiyor.
           Bu sıkıntımı geçen hafta sonu   bu sahifede yayınlanır umudu ile yazmıştım.Ne var ki ilgililer ya bize ve çocuklara önem vermediğinden veya Büyük Şehiri gücendirmemek adına yayınlamadılar.(Düşüncelerimden ben sorumluyum ve her yazımın altında imzam mutlaka vardır,saygılarımla)
         
    Tarih: 03 Haziran 2009 19:19 Ekleyen:

  • " Olmaz böyle bir şEY " diye işaret edilen
    manşetteki  foto- kritik !
    Kritik bir kritik !!
    Şehrin merkezinde  ancak fıratın kenarlarında bile ender rastlanabilecek koca bir  gelincik tarlası. Placak şey değil !
    Galiba birileri  cayyolum. com. a bu resmi koyabilmek için hiç üşenmemiş , önceden  araziye ekim yapmış...
    Tarih: 03 Haziran 2009 19:18 Ekleyen:
  • İletişim Çağı Korku Çağı Oldu

    Malum iddianamenin ekleri de yayımlandı. Böylece iddianameye dayanak oluşturan deliller de açıklanmış oldu. Bu delillerin önemli bir bölümü, telefon konuşmaları…

    Dinlenen telefonların dökümü şu başlıkla belgelenmiş:

    İletişim tespit tutanağı

    Tutanakta, arayan ve aranan telefon ile konuşan kişiler başa yan yana yazılıyor. Hemen altında da konuşmanın aynen çözülmüş hali var.

    Benimle ilgili 2 klasör var: Önemli bir bölümü gazetedeki arkadaşlarla yaptığımız konuşmalar. Kalanı da haber ya da bilgi alışverişi içerikli konuşmalardan ibaret.

    Bu tutanakların ne ölçüde delil olacağı güncel tartışma konusu. Buna girmeden önce, eklerde dikkatimi çeken iki tutanağa ve buna dayalı olarak hazırlanmış soruya değinmek istiyorum.

    Gazetemizin santral telefonundan iki arkadaşımız haber kaynaklarıyla görüşmüş. İlhan Taşcı, Kemal Kılıçdaroğlu ile Fırat Kozok da RTÜK ile. Telefon da açıkça yazılmış:

    312-442 30 50

    Yani Ankara Büromuzun santral telefonu.

    Bu görüşmeler ayrıntılı olarak yer almış.

    Gazetenin santral telefonundan yapılan kimi görüşmelerin de dosyama konduğunu hayretle gördüm. İddianame eklerine, toplanan ilgili ilgisiz tüm bilgilerin-belgelerin konduğu anlaşılıyor.

    Bunların tümünden şüpheli kişileri sorumlu tutmak; evi otoyol kıyısında olan bir kişiyi, yolda kural dışına çıkan tüm araçlardan sorumlu tutmak ve ona ceza kesmek gibi bir şey…

    Konunun genel yanına geçersek… Telefon dinlemelerinin sınırı tartışma konusu olmaya devam ediyor.

    Şöyle bir benzetme yapsak:

    Türkiye’de binlerce telefon dinleniyor ama, kimse birbirini dinlemiyor.

    Kurumların bu konuda yaptığı açıklamalar, duruma açıklık getirmekten çok, kafalarda yeni soru işaretlerine neden oluyor.

    Bunun başlıca nedeni, telefon dinlemenin başka seçenek olmaması halinde “istisnai” başvurulacak delil elde etme yolu değil de ilk başvurulacak yöntem haline gelmesi…

    Bütün bunlar bir yana, dünya “iletişim” deyince, teknoloji, yeni buluşlar, yeni markalar anlarken bizim aklımıza ilk şu geliyor:

    İletişim suçları… İletişim tutanakları… Ortam dinleme…

    Bütün bunların üstüne iletişimin felsefesini yapmak belki anlamsız gelecek… Ama felsefeciler, insanlığın tümünü etkileyen üç büyük çağı şöyle özetliyor:

    Tarım çağı, sanayi çağı, iletişim çağı…

    Biz Türkler, tarım çağını yaşadık, katkı sağladık. Eti kurutmayı, yoğurt yapmayı ilk Türkler gerçekleştirdi…

    Sanayi çağını ise ıskaladık… Deyim yerindeyse, sanayi çağının enayisi olduk. Sonradan bu çağı yakalamaya çalıştık ama, bir yere kadar…

    Geldik iletişim çağına…

    Yani içinden geçmekte olduğumuz çağ sürekli gelişiyor. Hangi ülkenin hangi noktada olduğu net değil. Müthiş bir dengesizlik var. Dünyada bir yanda açlık hüküm sürerken, bir yanda iletişim teknolojilerinin yeni ürünleri birbirini kovalıyor.

    Türkiye’de ise iletişim deyince akla, girişte aktardığımız konular geliyor. *

    Öyle ki, hiç iletişim aygıtının olmadığı bir ortamda bile dinlenebiliyorsunuz…

    Ortam dinlemesi!

    Kuralı yok, kimin yaptığı belli değil… Açıklanmıyor…

    Okyanus ötesinde bile bu konuşuluyor.

    Haberleri okuyorum, izliyorum… Herkes dinlendiğini düşünüyor… İddianame eklerini okuyorum, insanlar kendilerine ait olmayan bir telefondan bile sorumlu tutulabiliyor.

    Dünya, iletişim teknolojileriyle hızla ilerliyor… Biz iletişim teknolojilerini başka alanlarda kullanıp tarifsiz bir korku ve endişe ortamı yaratıyoruz.

    Buna ne denir?

    İletişim teknolojisinin getirdiği iletişimsizlik.

    Durumun özeti bu…

    * Her türlü suçta dünya şampiyonluğunu kimseye kaptırmayan ABD’de bile 137 bin kişide 1 kişi dinlenirken, bizde 1000 kişide 1 kişi.
    Tarih: 02 Haziran 2009 23:44 Ekleyen:
  • Bir Konuşma Üzerine…

    Eğrisine doğrusuna bakmadan geçmişe, ayrım gözetmeden cumhuriyetin temel erdemlerine saldırmak son yıllarda moda.

    Eleştirip saldırdıkları kimi tarihsel kırılma olaylarını o günlerde avuçları patlayıncaya kadar alkışlayanlar, bugünlerde demokrasi havarisi kesildiler.

    Üstelik yaşları başları örneğin 12 Mart’ta; örneğin
    12 Eylül’de yönetime el koyanlara başkaldıracak düzeydeydi.

    Ama sustular. Hele dini siyasetin temel kuralı olarak kullananlar, bugün ele geçirdikleri iktidar olanaklarına sığınarak meydan meydan darbe karşıtı nutuklar atanlar… hele onlar.

    Darbe günleri birer köstebek gibi karanlığa karıştılar.

    Ne zaman demokrasi yeniden inşa edildi… karanlıktan, yeraltından çıkarak demokrasi adına nutuklar atmaya, zamanın ve zeminin koşullarını hiçe sayarak darbelere karşı ağzına geleni söylemeye, geçmişten intikam türküleri çığırmaya başladılar.

    ***

    27 Mayıs 1960 müdahalesini eleştirenler, saldıranlar… 27 Mayıs’a hangi koşullarda gidildiğini irdelemek zahmetine neden katlanmıyorlar?

    1955’ten sonra zorba yöntemlere başvuran iktidardaki Demokrat Parti çoğunluğunun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurduğu Tahkikat Komisyonu’nun yargı görevini de üstlenerek özgürlüklere karşı, özgürlükleri savunanlara karşı terör havası estirdiğini… basını susturmaya, söz ve yazı özgürlüklerine kilit vuracak önlemlere giriştiğini… demokratik düzeni ortadan kaldıran yasalar ve yönetsel davranışlara başvurduğunu neden anımsamak… anımsatmak istemiyorlar?

    27 Mayıs’ın nedenlerini söylemekten özenle kaçın… günün modasına uyarak darbelere tu kaka demeyi marifet say!

    ***

    12 Mart 1971. Muhtıra. Sivil yönetim alaşağı. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel bugün darbeye karşı çıkmayarak istifa ettiği için sert, hatta kimi yerde hakarete varan söylemlerle eleştiriliyor.

    Bu söylemlerin sahipleri ile bir ayağı cami avlusunda, bir ayağı siyasette olanlar 12 Mart gününde yaşananları neden anımsamıyor, anımsatmıyorlar?

    12 Mart günü hataları sevapları bir yana, Süleyman Demirel başbakanlıktan istifa etmeseydi; askerler parlamentoyu kapatacaklardı.

    İstifa etti. Parlamentonun kapısına kilit vurulmadı ve… Millet Meclisi ve Senato’da çoğunlukta olan Demirel, o Meclis ile her türlü baskıya karşı çıkarak Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler’i cumhurbaşkanı seçtirmedi.

    Bir bakıma askersel yönetimin sivil giysilerle devamını engelledi.

    Bu gerçekler neden anımsanmıyor, anımsatılmıyor?

    ***

    12 Eylül öncesi halk terör ve anarşiden yılgındı. Hükümetin önlem çabaları parlamentodaki partiler arasındaki uyuşmazlık nedeniyle gerçekleşmiyor. Uygulaması gerekenler uygulanamıyor.

    Hemen her çevre, başta medya müdahale bekliyordu. Hatta darbeyi kışkırtıyordu. Politikacı Genelkurmay’ın merdivenlerini aşındırıyordu.

    12 Eylül’ü karalayanlar 12 Eylül’e gelmememizi zorlayan olayları neden anımsamıyor?.. Anımsatmıyorlar?

    Geçmişteki darbeleri eleştirmek… evet; ama insaf ile!

    ***

    Son örnek: Dindar cumhurbaşkanı seçilmesine önayak olarak kimliğini deşifre eden… dinci ve laiklikle ilgili görüşleri malum, 1948 doğumlu Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç.

    Pazar günü Sakarya’nın Akyazı ilçesinde, geçmişteki darbelerin haklı haksız yanlarını ayırt etmeyen bir konuşma yaptı.

    Arınç’ın yaşamöyküsü ile geçmişteki darbe olaylarına bakacak olursak:

    Arınç 27 Mayıs’ta 12 yaşında, henüz buluğ çağında.

    Fakattt 12 Mart 1971’de 23 yaşında, üniversite görmüş bir yetişkin… 12 Eylül 1980’de 32 yaşında, Manisa’da avukat!

    12 Mart’ta, 12 Eylül’de darbelere karşı kamuoyuna mal olmuş tek bir eylemi, yazısı, söylemi bilinmeyen Arınç, bugün 61 yaşında.

    İktidarda olmanın ve yaşadığımız ortamın rahatlığıyla geçmiş darbeleri mantık süzgecinden geçirmeden ağzına geleni söylüyor: Arınç’a göre AKP dışında herkes darbe heveslisi!

    İddiasına göre üstelik hukuk adamı. Ergenekon davası daha başlarda. Yargı henüz karar vermemiş, ama ona göre adı karışan herkes darbeci!

    Öyle efeleniyor ki… Dün darbelere söyleyemediğini bugün söylüyor: Hodri meydan!

    Kime? Askere mi, düş âleminde yaşayan darbecilere mi, muhalefete mi? Kime, anlaşılmıyor. Ne var ki Bay Bülent Arınç:

    Bu kadar darbelere karşı ise… 12 Mart’ta… 12 Eylül’deki darbelere karşı konuştu mu, bir eylemi var mı? Yoksa? Aman şu dönemleri bir atlatalım diye bir kenara mı çekildi?

    Bugün darbeci diye suçladığı yazarı çizeri; 12 Mart, 12 Eylül yönetimleri Selimiye Kışlası’na atarken… politikacıyı Zincirbozan’a sürerken; Arınç herhalde Manisa’da -bu yıllarda olduğu gibi- mesir macunu ile meşgul oluyordu.

    Padişahların siyaset dışı işlerde kullandığı kudret ilacı macunla!
    Tarih: 02 Haziran 2009 23:41 Ekleyen:
  • sitenizn bütün hizmetlileri pazar günü oldumu kat malikleri gibi pazar tatil yapıyorlar Halbuki bizim  gibi çalışanların  zaten hahtada  bir pazarımız var .Ben şahsen  site yönetiminden pazar günü için görevli bir kapıcı bırakmasını  hem sabah gazete için  servis
    hemde öğle servisi istiyordum. Bunun için  sitenin yöneticisine bu teklifi önerdim .Ancak Uygulamadı . KMK . olarak hafta tatilleri başka günlerde kullanılamazmı.?
    Ama  sitenin yöneticisi bahçede  kapıculara şöyle seslenmekten hiç çekinmiyor  hiç kimseden .Astığıastık kestiğikestik.
    Kapıcılara seslenip  ...senin elinde  kaç daire var diyor .Kiralık yada satılık anlamında .Oysa bir işyerinde ikinci bir iş çevirmek iş kanunnuna göre 17. madde çıkış  gerektirmez mi
    Bu bizim sitenin yöntici ve kapıcıları  emlak komisyoncusumu  siteye taşındığımdan beri anlayamadım vallahi.Engin bey  sitenin ismini  veriyorum  ama siz  yinede sitenin ismini doğrudan yazmayın
    saygılarımla.
    Tarih: 02 Haziran 2009 18:24 Ekleyen:
  • Ümitköy PTT'nin yanındaki sokağın sonunda bulunan simit sarayının komşusu olan bir cafe var (adını hatırlamayamadığım için uzunca tarif ettim). Bu cafe, yola, babasının çiftliğiymiş gibi trafik kukalarından koymuş. Kimden izin almış? Kendine ait olmayan bir yere kuka koymak neyin nesi? Eğer cafenin sahibi burayı okuyorsa, işt eburadan ilan ediyorum. O kukaları tez vakitte kaldırmazsa hakkında suç duyurusunda bulunacağım...
    Tarih: 02 Haziran 2009 18:20 Ekleyen:
  • bilgisayar ve cep terminolojilerinde kullanılan kısaltmalara bugünden itibaren şiddetle karşıyım.
    Şunun için :Akşam arkataşımdan  SS  diye bir mesaj almış  ve ben bunu  bugün ikindiye kadar  pek bilinen o iki kelime sanmıştım !
    Meğerse arkataşım  bana bir konudan dolayı kızmış ve bana  SS  aslında "SenSalakmısın " diyen bir  mesaj iletmiş.
    Tarih: 02 Haziran 2009 18:19 Ekleyen:
Lütfen Giriş Yap veya Kayıt Ol!